Ağrınızı Hafifletmek İçin Sıcak Su
SICAK SU: Ağrınızı hafifletmek için sıcak su dlu şişeyi bir havluya
sarıp ağrıyan kulağınıza birkaç dakika hafifçe bastırabilirsiniz.
ZENCEFİL:
Zencefil hem anti-inflamatuar etkisiyle iltihabı tedavi eder hem de doğal bir
ağrı kesicidir. Zencefilin suyunu sıkıp kulağınıza damlatarak kulak ağrısını
tedavi edebilirsiniz. Ya da bir çay kaşığı rendelenmiş zencefili 2 kaşık
zeytinyağıyla karıştırıp 5-10 dakika beklettikten sonra ağrıyan kulağınıza
birkaç damla damlatabilirsiniz.
Ayak burkulması;
Günlük hayatta çok fazla olur burkulmalar. Böyle durumlarda bölgeyi soğutmak gereklidir. Siz de bir havlu içersine bir miktar buz koyun ve sarın, bununla bölgeye soğuk kompres uygulayın. Bu sayede olabilecek şişkinlikler önlenir ve ağrıyı da alır.
Baş Ağrısı;
Bir tane kuru soğanın kabuklarını soyduktan sonra ince ince
doğrayıp temiz bir tülbente sarın. Ensenizde yirmi dakika bekletin sonra sıcak
havluyu ensenize sarın. Soğanın kokusu o şiddetli baş ağrısından daha iyidir, en
azından dayanılır.
Bazen de başınızın ağrıyacağını önceden hissedersiniz ya, işte o
zamanlarda ayaklarınızı sıcak suyla doldurduğunuz kovada bekletin, bekleme
süresinde ağrının geçtiğini fark edeceksiniz. Ayrıca bir dal taze naneyi bir
bardak kaynamış suda bekletin ve sıcak sıcak için, nanenin rahatlatıcı etkisini
hemen hissedebilirsiniz.
Kabızlık;
Günlük hayatın stresleri ya da hareketsizlik ve yediklerinizle ilgili olarak sindirim sorunları yaşıyorsanız çiğ tüketilen hardalın faydası olabilir. Ayrıca zeytinyağlı pırasa da sindirim sorunlarını çözümleyebilir.
Burada sunduğumuz doğal öneriler her durumdaki şikayetler için yeterli olmayabilir. Şiddetli sağlık sorunları varsa mutlaka bir uzman yardımı almalısınız.
Kilo kontrolü;
Kan şekeriniz sık sık düşüyorsa, ana öğünler arasında açlık
hissettiğiniz de bir kaç tane kuru erik kan şekeri düzeyinizi yükseltir ancak
kalori değeri yüksektir bu yüzden fazla tüketmemeye gayret
etmelisiniz.
Bazen de yemekler aşırı tüketilir, vücudunuzun ihtiyacından
fazlası yenir. Yemeklerden önce yediğiniz bir elma hem sindirimi çalıştırır hem
de iştahınızı kapatabilir, fazla yememiş olursunuz.
Kulak'taki Enfeksiyonlara Karşı Zeytinyağı
ZEYTİNYAĞI: Kulaktaki enfeksiyondan kurtularak kulak ağrısının
çabuk iyileşmesini sağlar. 3-4 damla ılık zeytinyağını kulağınıza damlatın ya da
pamuğu zeytinyağına batırıp kulağınıza sokabilirsiniz.
SOĞAN: Güçlü bir
antiseptik ve antibakteriyel olan soğan kulak ağrısına birebirdir. Soğanı
rendeleyip suyunu çıkarın. Bu soğan suyundan bir kaşık alıp kısık ateşte ısıtın.
2-3 damla soğan suyunu ağrıyan kulağınıza günde 2-3 kere damlatın.
Öksürük;
Öksürük özellikle çocuklarda ve soğuk algınlıklarıyla birlikte başlayıp uzun süre geçmeyebiliyor. Özellikle gece uyutmadığından şikayet edilir. Öyleyse; iki kaşık limon suyunu bir litre kaynar suya katın, sonra süzme bal ekleyip kıvamı şerbet gibi olana kadar karıştırın. Bu karışımdan her sabah bir ya da iki kaşık için.
Soğuk algınlığı;
Nezle ve gripten korunmak için C vitamini alımı çok önemlidir.
Günlük olarak vücudun ihtiyaç duyduğu C vitamini, kuşburnu çayı ile
karşılanabilir, yalnız bitkisel çayların her zaman taze ve usulüne uygun
demlenmesi gerekir kaynatmak genel olarak önerilmiyor. Kuşburnu meyvesini ince
ince kıydıktan sonra bir bardak suya iki tatlı kaşığı katarak on dakika
demlenmeye bırakın, süzerek sıcak olarak tüketin.
28 Aralık 2017 Perşembe
Piramitlerin Sırrını Biliyormusunuz ?
* Pramitlerin her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir. Bu
taşlar temin etmek için en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu
taşların nasıl getirildiği bilinmemektedir.
* Pramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda
sadece 2 kez güneş girmektedir. (Doğduğu ve tahta çıktığı günler)
* Mumyalarda radyoaktif madde bulunuyor. Bu yüzden mumyaları ilk
kez bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.
* Pramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar
çalışmamaktadır.
* Kirletilmiş suyu, birkaç gün pramit'in içine bırakırsanız suyu
arıtılmış olarak bulursunuz.
* Pramit'in içerisinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve
sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.
* Bitkiler pramit'in içinde daha hızlı büyürler.
* Pramit'in içine bırakılmış su 5 hafta süreyle bekletildikten
sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.
* Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yapmadan pramit
içinde mumyalaşır.
* Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir pramit'in içinde
daha cabuk iyileşme eğilimi gösterir.
*Pramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi
yoktur araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur
attılar. Ancak içlerini göremediler.
*Pramitlerin içi yazın soğuk, kışın sıcak olur.
Lodos insanı niçin hasta eder?
Çoğu insanlar sadece iki tür rüzgarın adını bilirler: Poyraz ve Lodos . Poyraz
kuzeyden eser soğuk getirir, Lodos ise güneyden eser, sıcak ve baş ağrısı
getirir.
Aslında estikleri yönlere göre adlandırılan sekiz ana rüzgar vardır.
Kuzeyden = YILDIZ,
Kuzeydoğudan = POYRAZ,
Doğudan = GÜNDOĞUSU,
Güneydoğudan = KEŞİŞLEME,
Güneyden = KIBLE,
Güneybatıdan = LODOS,
Batıdan = GÜNBATISI ve
Kuzeybatıdan = KARAYEL.
Yani Lodos tam güneyden değil güneybatıdan eser. İmbat, meltem gibi genellikle denizden karaya esen yerel rüzgarlar ise yöreye göre özel adlar alırlar.
Belirli havalarla insanın ruhsal durumu ve anti-sosyal davranışları arasında ilişki vardır. Genel olarak ilkbaharla beraber ve yaza doğru suçların arttığını istatistikler göstermektedir. Aslında havalar ısındıkça insanlar çevreleri ile daha ilgisiz ve enerjisiz olurlar ancak tarihle savaşlar, ihtilaller ve halk ayaklanmalarının çoğu yılın bu bölümünde olmuştur.
Rüzgarlar da iklim ve insan davranışını etkileyici faktörlerden biridir. Rüzgar üzerinden geçtiği bölgelerin iklimini de taşır. Bu iklimlerin rüzgarın estiği bölgedeki iklime göre farkı, rüzgarın insan üzerindeki etkisini belirler. Örneğin kutup bölgeleri ve civarlarında iklimler çok az farklı olduğu için rüzgar önemli bir rol oynamaz. Yurdumuz ve benzeri bölgelerde belirli yönden esen rüzgarlar çoğu kez olağan iklimi, sıcaklık, nem ve basınç yapılarını aniden değiştirdikleri için az çok insan hayatını etkilerler.
Genellikle nemini bırakmış olan kuru güney rüzgarları, özellikle güneşli havalarda iyice kızışır ve elektriklenirler. İşte Lodos adı verilen bu kaprisli güney rüzgarları insanlarda ruhsal sıkıntı yaratır. Baş dönmesine, gece uykusuzluğuna, baş ve mide ağrılarının yanında huzursuzluk duygularına da yol açar. Lodoslu günlerde trafik kazalarının, kalp krizlerinin, astım nöbetlerinin, erken doğumların ve hatta intiharların sayılarının arttığı gözlemlenmiştir.
Halk arasında, genellikle yağmur getirdiği için "Lodos'un gözü yaşlıdır" diye bir deyim vardır. İnsanların çoğu bir barometre gibi havaya ve yağmur öncesine duyarlıdırlar. Havanın dönmesinden çok az önce gerginlik, ruhsal çöküntü ve sıkıntı belirtileri gösterirler.
Lodos'un insanlar üzerinde yarattığı etkilerin sebepleri ve Lodos rahatsızlıklarına ne gibi önlemler alınabileceği konusunda çalışmalar devam etmektedir. İşin ilginç yanlarından biri de, Lodos etkisi altında bulunan bir bölgeye yerleştirilenlerin ancak bir kaç yıl sonra rüzgarın etkisinden rahatsız olmaya başlamalarıdır.
Konu rüzgardan açılmışken güncel bir tartışmaya da değinmeden geçmeyelim. Rüzgar bir hava akımıdır, yani hava olmazsa rüzgar da olmaz. Öyleyse Armstrong'un Ay'a ayak basar basmaz diktiği bayrak nasıl dalgalanıp duruyor? Ay'da hava olmadığına göre hangi rüzgar bu bayrağı sürekli dalgalandırıyor?
Ay'a gidildiğine inanmayanlar tarafından delil olarak ileri sürülen bu olay yolculuktan önce düşünülmüş, bayrak direğinin üstüne çok ince yatay bir çubuk tutturulmuş ve bayrak yandan ve üstten sabitlenmişti. İlk bakışta bayrağın dalgalanıyormuş izlenimini veren bu durum fotoğrafa dikkatlice bakınca fark edilebiliyordu.
Aslında estikleri yönlere göre adlandırılan sekiz ana rüzgar vardır.
Kuzeyden = YILDIZ,
Kuzeydoğudan = POYRAZ,
Doğudan = GÜNDOĞUSU,
Güneydoğudan = KEŞİŞLEME,
Güneyden = KIBLE,
Güneybatıdan = LODOS,
Batıdan = GÜNBATISI ve
Kuzeybatıdan = KARAYEL.
Yani Lodos tam güneyden değil güneybatıdan eser. İmbat, meltem gibi genellikle denizden karaya esen yerel rüzgarlar ise yöreye göre özel adlar alırlar.
Belirli havalarla insanın ruhsal durumu ve anti-sosyal davranışları arasında ilişki vardır. Genel olarak ilkbaharla beraber ve yaza doğru suçların arttığını istatistikler göstermektedir. Aslında havalar ısındıkça insanlar çevreleri ile daha ilgisiz ve enerjisiz olurlar ancak tarihle savaşlar, ihtilaller ve halk ayaklanmalarının çoğu yılın bu bölümünde olmuştur.
Rüzgarlar da iklim ve insan davranışını etkileyici faktörlerden biridir. Rüzgar üzerinden geçtiği bölgelerin iklimini de taşır. Bu iklimlerin rüzgarın estiği bölgedeki iklime göre farkı, rüzgarın insan üzerindeki etkisini belirler. Örneğin kutup bölgeleri ve civarlarında iklimler çok az farklı olduğu için rüzgar önemli bir rol oynamaz. Yurdumuz ve benzeri bölgelerde belirli yönden esen rüzgarlar çoğu kez olağan iklimi, sıcaklık, nem ve basınç yapılarını aniden değiştirdikleri için az çok insan hayatını etkilerler.
Genellikle nemini bırakmış olan kuru güney rüzgarları, özellikle güneşli havalarda iyice kızışır ve elektriklenirler. İşte Lodos adı verilen bu kaprisli güney rüzgarları insanlarda ruhsal sıkıntı yaratır. Baş dönmesine, gece uykusuzluğuna, baş ve mide ağrılarının yanında huzursuzluk duygularına da yol açar. Lodoslu günlerde trafik kazalarının, kalp krizlerinin, astım nöbetlerinin, erken doğumların ve hatta intiharların sayılarının arttığı gözlemlenmiştir.
Halk arasında, genellikle yağmur getirdiği için "Lodos'un gözü yaşlıdır" diye bir deyim vardır. İnsanların çoğu bir barometre gibi havaya ve yağmur öncesine duyarlıdırlar. Havanın dönmesinden çok az önce gerginlik, ruhsal çöküntü ve sıkıntı belirtileri gösterirler.
Lodos'un insanlar üzerinde yarattığı etkilerin sebepleri ve Lodos rahatsızlıklarına ne gibi önlemler alınabileceği konusunda çalışmalar devam etmektedir. İşin ilginç yanlarından biri de, Lodos etkisi altında bulunan bir bölgeye yerleştirilenlerin ancak bir kaç yıl sonra rüzgarın etkisinden rahatsız olmaya başlamalarıdır.
Konu rüzgardan açılmışken güncel bir tartışmaya da değinmeden geçmeyelim. Rüzgar bir hava akımıdır, yani hava olmazsa rüzgar da olmaz. Öyleyse Armstrong'un Ay'a ayak basar basmaz diktiği bayrak nasıl dalgalanıp duruyor? Ay'da hava olmadığına göre hangi rüzgar bu bayrağı sürekli dalgalandırıyor?
Ay'a gidildiğine inanmayanlar tarafından delil olarak ileri sürülen bu olay yolculuktan önce düşünülmüş, bayrak direğinin üstüne çok ince yatay bir çubuk tutturulmuş ve bayrak yandan ve üstten sabitlenmişti. İlk bakışta bayrağın dalgalanıyormuş izlenimini veren bu durum fotoğrafa dikkatlice bakınca fark edilebiliyordu.
İnsanın Kulağı Neden Çınlar !
Alkol alınca kulaklar neden çınlar
Kafa gürültüsü veya kulaklardaki çınlama (tinitus) yaygın görülür. Tinitus Latince ’çınlamak’ anlamındaki tinnire’den gelmektedir. Tinitus hastalık değildir. Bir dizi sağlık sorununun neden olabildiği bir semptomdur. Tinitus yaşla bağlantılı işitme kaybı veya kulak yaralanmasının sonucu olabilir ya da dolaşım sisteminizdeki bir hastalığın göstergesi de olabilir. Çoğu insan tinitusu denetim altına alarak veya altında yatan nedenleri tedavi ederek semptomlarının zaman içerisinde iyileştirilebileceğini bulmuştur. Tinitusun yarattığı ses rahatsız edici olabilse de hastalığın ciddi bir sorunun uyarısı olmasına ender rastlanır.
Bulgu ve Belirtiler
Tinitus hiçbir dış ses olmadığı zaman kulağınızda sesler duymaya dair sinir bozucu bir hissi beraberinde getirir.
Belirtileri ve bulguları şunlardır:
• Kulağınızda çınlama vızıltı ıslık veya tıslama sesi
• İşitme kaybı Gürültü ton açısından alçak sesle kükremeden yüksek sesle çığlık atmaya kadar farklılık gösterebilir. Bazı durumlarda ses o kadar yüksek olabilir ki düzgün biçimde konsantre olma veya duyma yetinizi etkileyebilir. Kulak kirinin birikmesi tinitusu kötüleştirebilir. Kulak kanalınızda fazla pislik olması dış sesleri duyma ve iç sesleri büyütme yetinizi azaltabilir.
Sebepleri
İç kulağınızın içerisinde binlerce işitme hücresi bir elektrik yükü taşır. Mikroskobik kıllar her duyu hücresinin yüzeyinde bir kenar oluşturur. Bu kıllar sağlıklı olduğu zaman ses dalgalarının basıncına uygun olarak hareket eder. Hareket bu hücreleri tetikleyerek işitme hücresi aracılığıyla elektrik boşaltmalarını sağlar. Beyniniz bu sinyalleri ses olarak yorumlar.
Eğer iç kulağınızın içindeki ince kıllar bükülür veya koparsa sürekli bir hareketlilik halinde rastgele hareket eder. Yüklerini elde tutamayan işitme hücreleri beyninize rastgele elektrik itkilerini gürültü olarak ’sızdırır’.
İç kulağınız içerisindeki işitme hücrelerinde meydana gelen hasar en yaygın olarak aşağıdakilerden ileri gelir:
• Yaşla ilgili duyma yitimi (presbikuz) Bu süreç genellikle 60 yaş civarında başlar.
• İç kulağınızda travmadan ötürü hasar Duyma yetinizde meydana gelen bu aşınma uzun süre boyunca yüksek sese aşırı derecede maruz kalmadan ileri gelebilir. Traktörler elektrikli testereler ve silahlar gürültü ile ilgili duyma yitiminin yaygın nedenleridir.
Tinitusun diğer nedenleri arasında şunlar olabilir:
Bazı ilaçların uzun vadeli olarak kullanılması Yüksek dozlarda kullanılan aspirin ve belirli antibiyotik türleri iç kulak hücrelerini etkileyebilir. Çoğu zaman bu ilaçları almayı bıraktığınızda istenmeyen gürültü kaybolur.
Kulak kemiklerinde değişiklikler Orta kulağınızdaki kemiklerin sertleşmesi (otoskleroz) işitme yetinizi etkileyebilir.
• Yaralanma Başınızda veya boynunuzda meydana gelen travma iç kulağınızda hasara neden olabilir.
Dıştan gelen bir kaynak yerine kan damarları sisteminizdeki belirli rahatsızlıklar da kulakta baş gösteren tinitusa (pulsatile tinnitus) neden olabilir.
Bunlar:
• Ateroskleroz Yaşın ilerlemesi ve kolesterolün diğer yağ birikintilerinin artması ile birlikte orta ve iç kulağınıza yakın olan büyük kan damarları her kalp atışında hafifçe bükülme veya genişleme yetisi anlamına gelen elastikiyetlerinin bir kısmını kaybeder. Bu da kan akışının daha güçlü zaman zaman daha çalkantılı hale gelmesine neden olarak kulağınızın vuruşları tespit etmesini daha kolay kılar.
Yüksek kan basıncı Hipertansiyon ve stres alkol ve kafein gibi tansiyonu yükselten faktörler sesi daha da fark edilebilir hale getirebilir. Başınızın konumunu değiştirmek genellikle sesin kaybolmasına neden olur.
Çalkantılı kan akışı Şah damarında veya boyun atardamarında daralma ya da bükülme olması kan akışının çalkantılı olmasına ve kafada gürültüye neden olabilir.
Kılcal hücrelerin kötü oluşumu Atardamarlar ile damarlar arasındaki bağlantılarda oluşan ve A-V kötü oluşumu adı verilen bir rahatsızlık kafada gürültüye neden olabilir.
• Baş ve boyun tümörleri Tinitus başta veya boyundaki bir tümörün semptomu olabilir.
Çoğu tinitus vakası zararlı değildir. Öte yandan eğer tinitus devamlı hale gelir ya da daha da kötüleşirse veya işitme kaybı ya da baş dönmesi yaşarsanız doktorunuza görünün Doktorunuz gürültüyü azaltabilecek tedaviler ve gürültü ile daha iyi başa çıkmanıza yardımcı olacak teknikler önerebilir. Eğer yaşla ilgili duyma yitimi olası bir nedeni değilse tek kulakta aynı anda meydana gelen tinitus ve işitme kaybının nedeni yaralanma nedeniyle iç kulağınızdaki bir sinirin zarar görmesinden ötürü olabilir ve doktorunuz tarafından değerlendirilmesi gerekir.
Doktorunuzla birlikte belirtileri ve semptomları ne zaman başladıklarını ciddiyetlerini ve bunları neyin daha kötü hale getirebileceğini tartışabilirsiniz. Doktorunuz için yararlı olan başka bir şey de yüksek tansiyon ve herhangi bir ilaç alıp almadığınız gibi diğer tıbbi rahatsızlıklarınızla ilgili bilgilerdir.
Doktorunuz ayrıca kulağınızda pislik birikmesinin kulaklarınızdaki çınlamada payı olup olmadığını da görmek amacıyla kulaklarınızı muayene edecektir. Buna ek olarak doktorunuz başınızın ve boynunuzun kulak etrafındaki bölümü üzerinde stetoskop ile ses dinleme girişiminde bulunacaktır. Eğer iç kulağınızdaki hasar tinitusunuzun nedeni ise sizde öznel tinitus olabilir yani bunu sadece siz duyabilmektesinizdir. Ancak doktorunuz damarlarla ilgili bir rahatsızlıktan ileri gelen sesler duyabiliyorsa nesnel veya pulsatil tinitus hastasısınız demektir.
Öneriler
Bazen tinitusun semptomları zaman içerisinde iyileşir İyileşme sadece fiziksel değişikliklerin sonucu değildir ;çünkü kulaklarınızda meydana gelen her türlü hasar kalıcıdır ve geri dönülemez. Bunun yerine birçok insan semptomları azaltmak için ayarlamalar yapmayı öğrenmektedir.
Gürültünün şiddetini azaltmak ve buna olan direncinizi artırmak için şu teknikleri deneyin:
• Olası tahrik edicilerden kaçının Tinitus; yüksek sesler nikotin kafein kinin içeren maden suyu (sıtmayı tedavi etmek için kullanılan maddenin aynısı) alkol ve aşırı dozda aspirin nedeniyle daha da kötü hale gelebilir. Nikotin ve kafein kan damarlarınızı sıkıştırarak damarlarınız ve atardamarlarınız içerisinden olan kan akışı hızını artırır. Alkol kanınızın kuvvetini özellikle iç kulak bölgesinde daha fazla kan akışına neden olarak artırır.
• Gürültüyü perdeleyin Sakin bir ortamda bir vantilatör hafif bir müzik ve kısık seste dinlenen radyo tinitustan kaynaklanan sesin örtülmesine yardımcı olabilir. Bazı insanlarda hoş bir ses çıkaran işitmeye yardımcı cihazlara benzer aygıtlar olan tinitus gizleyicileri işe yarayabilir.
• İşitme yardımcı cihazı takın Eğer tinitusa işitme kaybı eşlik ediyorsa işitmeye yardımcı cihazlar dışarıdan gelen sesleri çoğaltarak tinitusun gürültüsünü daha az belirgin hale getirebilir.
• Stresi kontrol altına alın Stres tinitusu daha kötü kılabilir. İster rahatlama terapisi ister biyo-geribildirim isterse egzersiz aracılığı ile olsun stres yönetimi biraz rahatlama sağlayabilir.
Kafa gürültüsü veya kulaklardaki çınlama (tinitus) yaygın görülür. Tinitus Latince ’çınlamak’ anlamındaki tinnire’den gelmektedir. Tinitus hastalık değildir. Bir dizi sağlık sorununun neden olabildiği bir semptomdur. Tinitus yaşla bağlantılı işitme kaybı veya kulak yaralanmasının sonucu olabilir ya da dolaşım sisteminizdeki bir hastalığın göstergesi de olabilir. Çoğu insan tinitusu denetim altına alarak veya altında yatan nedenleri tedavi ederek semptomlarının zaman içerisinde iyileştirilebileceğini bulmuştur. Tinitusun yarattığı ses rahatsız edici olabilse de hastalığın ciddi bir sorunun uyarısı olmasına ender rastlanır.
Bulgu ve Belirtiler
Tinitus hiçbir dış ses olmadığı zaman kulağınızda sesler duymaya dair sinir bozucu bir hissi beraberinde getirir.
Belirtileri ve bulguları şunlardır:
• Kulağınızda çınlama vızıltı ıslık veya tıslama sesi
• İşitme kaybı Gürültü ton açısından alçak sesle kükremeden yüksek sesle çığlık atmaya kadar farklılık gösterebilir. Bazı durumlarda ses o kadar yüksek olabilir ki düzgün biçimde konsantre olma veya duyma yetinizi etkileyebilir. Kulak kirinin birikmesi tinitusu kötüleştirebilir. Kulak kanalınızda fazla pislik olması dış sesleri duyma ve iç sesleri büyütme yetinizi azaltabilir.
Sebepleri
İç kulağınızın içerisinde binlerce işitme hücresi bir elektrik yükü taşır. Mikroskobik kıllar her duyu hücresinin yüzeyinde bir kenar oluşturur. Bu kıllar sağlıklı olduğu zaman ses dalgalarının basıncına uygun olarak hareket eder. Hareket bu hücreleri tetikleyerek işitme hücresi aracılığıyla elektrik boşaltmalarını sağlar. Beyniniz bu sinyalleri ses olarak yorumlar.
Eğer iç kulağınızın içindeki ince kıllar bükülür veya koparsa sürekli bir hareketlilik halinde rastgele hareket eder. Yüklerini elde tutamayan işitme hücreleri beyninize rastgele elektrik itkilerini gürültü olarak ’sızdırır’.
İç kulağınız içerisindeki işitme hücrelerinde meydana gelen hasar en yaygın olarak aşağıdakilerden ileri gelir:
• Yaşla ilgili duyma yitimi (presbikuz) Bu süreç genellikle 60 yaş civarında başlar.
• İç kulağınızda travmadan ötürü hasar Duyma yetinizde meydana gelen bu aşınma uzun süre boyunca yüksek sese aşırı derecede maruz kalmadan ileri gelebilir. Traktörler elektrikli testereler ve silahlar gürültü ile ilgili duyma yitiminin yaygın nedenleridir.
Tinitusun diğer nedenleri arasında şunlar olabilir:
Bazı ilaçların uzun vadeli olarak kullanılması Yüksek dozlarda kullanılan aspirin ve belirli antibiyotik türleri iç kulak hücrelerini etkileyebilir. Çoğu zaman bu ilaçları almayı bıraktığınızda istenmeyen gürültü kaybolur.
Kulak kemiklerinde değişiklikler Orta kulağınızdaki kemiklerin sertleşmesi (otoskleroz) işitme yetinizi etkileyebilir.
• Yaralanma Başınızda veya boynunuzda meydana gelen travma iç kulağınızda hasara neden olabilir.
Dıştan gelen bir kaynak yerine kan damarları sisteminizdeki belirli rahatsızlıklar da kulakta baş gösteren tinitusa (pulsatile tinnitus) neden olabilir.
Bunlar:
• Ateroskleroz Yaşın ilerlemesi ve kolesterolün diğer yağ birikintilerinin artması ile birlikte orta ve iç kulağınıza yakın olan büyük kan damarları her kalp atışında hafifçe bükülme veya genişleme yetisi anlamına gelen elastikiyetlerinin bir kısmını kaybeder. Bu da kan akışının daha güçlü zaman zaman daha çalkantılı hale gelmesine neden olarak kulağınızın vuruşları tespit etmesini daha kolay kılar.
Yüksek kan basıncı Hipertansiyon ve stres alkol ve kafein gibi tansiyonu yükselten faktörler sesi daha da fark edilebilir hale getirebilir. Başınızın konumunu değiştirmek genellikle sesin kaybolmasına neden olur.
Çalkantılı kan akışı Şah damarında veya boyun atardamarında daralma ya da bükülme olması kan akışının çalkantılı olmasına ve kafada gürültüye neden olabilir.
Kılcal hücrelerin kötü oluşumu Atardamarlar ile damarlar arasındaki bağlantılarda oluşan ve A-V kötü oluşumu adı verilen bir rahatsızlık kafada gürültüye neden olabilir.
• Baş ve boyun tümörleri Tinitus başta veya boyundaki bir tümörün semptomu olabilir.
Çoğu tinitus vakası zararlı değildir. Öte yandan eğer tinitus devamlı hale gelir ya da daha da kötüleşirse veya işitme kaybı ya da baş dönmesi yaşarsanız doktorunuza görünün Doktorunuz gürültüyü azaltabilecek tedaviler ve gürültü ile daha iyi başa çıkmanıza yardımcı olacak teknikler önerebilir. Eğer yaşla ilgili duyma yitimi olası bir nedeni değilse tek kulakta aynı anda meydana gelen tinitus ve işitme kaybının nedeni yaralanma nedeniyle iç kulağınızdaki bir sinirin zarar görmesinden ötürü olabilir ve doktorunuz tarafından değerlendirilmesi gerekir.
Doktorunuzla birlikte belirtileri ve semptomları ne zaman başladıklarını ciddiyetlerini ve bunları neyin daha kötü hale getirebileceğini tartışabilirsiniz. Doktorunuz için yararlı olan başka bir şey de yüksek tansiyon ve herhangi bir ilaç alıp almadığınız gibi diğer tıbbi rahatsızlıklarınızla ilgili bilgilerdir.
Doktorunuz ayrıca kulağınızda pislik birikmesinin kulaklarınızdaki çınlamada payı olup olmadığını da görmek amacıyla kulaklarınızı muayene edecektir. Buna ek olarak doktorunuz başınızın ve boynunuzun kulak etrafındaki bölümü üzerinde stetoskop ile ses dinleme girişiminde bulunacaktır. Eğer iç kulağınızdaki hasar tinitusunuzun nedeni ise sizde öznel tinitus olabilir yani bunu sadece siz duyabilmektesinizdir. Ancak doktorunuz damarlarla ilgili bir rahatsızlıktan ileri gelen sesler duyabiliyorsa nesnel veya pulsatil tinitus hastasısınız demektir.
Öneriler
Bazen tinitusun semptomları zaman içerisinde iyileşir İyileşme sadece fiziksel değişikliklerin sonucu değildir ;çünkü kulaklarınızda meydana gelen her türlü hasar kalıcıdır ve geri dönülemez. Bunun yerine birçok insan semptomları azaltmak için ayarlamalar yapmayı öğrenmektedir.
Gürültünün şiddetini azaltmak ve buna olan direncinizi artırmak için şu teknikleri deneyin:
• Olası tahrik edicilerden kaçının Tinitus; yüksek sesler nikotin kafein kinin içeren maden suyu (sıtmayı tedavi etmek için kullanılan maddenin aynısı) alkol ve aşırı dozda aspirin nedeniyle daha da kötü hale gelebilir. Nikotin ve kafein kan damarlarınızı sıkıştırarak damarlarınız ve atardamarlarınız içerisinden olan kan akışı hızını artırır. Alkol kanınızın kuvvetini özellikle iç kulak bölgesinde daha fazla kan akışına neden olarak artırır.
• Gürültüyü perdeleyin Sakin bir ortamda bir vantilatör hafif bir müzik ve kısık seste dinlenen radyo tinitustan kaynaklanan sesin örtülmesine yardımcı olabilir. Bazı insanlarda hoş bir ses çıkaran işitmeye yardımcı cihazlara benzer aygıtlar olan tinitus gizleyicileri işe yarayabilir.
• İşitme yardımcı cihazı takın Eğer tinitusa işitme kaybı eşlik ediyorsa işitmeye yardımcı cihazlar dışarıdan gelen sesleri çoğaltarak tinitusun gürültüsünü daha az belirgin hale getirebilir.
• Stresi kontrol altına alın Stres tinitusu daha kötü kılabilir. İster rahatlama terapisi ister biyo-geribildirim isterse egzersiz aracılığı ile olsun stres yönetimi biraz rahatlama sağlayabilir.
Gökkuşağı niçin yuvarlaktır?
Su damlası ve yakıcı güneş. İşte gökkuşağı bunlardan oluşur. Atalarımız gökkuşağından çok korkarlardı. Onu Tanrıların elçilerinin geçmesi için yapılmış bir köprü olarak görüyorlardı. Yağmur ve güneş ile ilişkisi ilk olarak milattan önce 310 yıllarında Aristoteles tarafından ileri sürüldü. Günümüzde ise bir sır olmaktan çıktı.
Altından geçenin cinsiyetinin değişeceği veya yere değdiği noktada bir küp altın gömülü olduğu lafları sadece şakalarda kullanılıyor. Zaten gökyüzünde sabit bir gökkuşağı oluşmuyor. Herkesin bakış yönüne göre, gördüğü gökkuşağı farklı yerde oluyor. Gökkuşağının görüldüğü yere doğru gidilince görülebildiği sürece kişiye hep aynı mesafede kalıyor.
Gökyüzünde gökkuşağı gördüğünüz vakit biliniz ki, o yağmur damlalarından oluşmaktadır ama güneş kesinlikle arkanızdadır. Güneşin paralel ışınları başınızın üstünden geçerek yağmur damlalarına çarparlar. Yağmur damlaları burada ışığı renklerine ayıracak bir prizma görevi görürler.
Sarı gibi görünmesine rağmen güneş ışığı aslında beyazdır ve bütün renkler onun içindedir. Yağmur damlasının içine girince kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renklere ayrışır. Mor renk çemberin içinde kırmızı ise en dışındadır.
Yağmur damlası çocukken oynadığımız misket veya bilye gibi küresel saydam bir şekildedir. Güneş ışığı bu kendi tarafındaki yüzeyinden doğrudan içine girer. İçinde renklere ayrışır ve kürenin arka duvarına vurarak gerisin geriye yansır. Işığın damlanın ön yüzünden değil de arka yüzünden yansımasının nedeni içbükey, dışbükey mercek özelliklerindendir.
Ayrışmış renkler, içbükey arka yüzden çeşitli açılarda yansımaları sonucu gözümüze sırayla dizili renklerden oluşmuş bir bant şeklinde görünüyorlar. Gökkuşağını görebilmek için Güneş, biz ve yağmur damlaları, muhakkak belirli bir açıda dizilmek zorundayız. Ama daha önemlisi milyonlarca yağmur damlasından yansıyan ışınların gözümüze geliş açıları mutlaka aynı olmalıdır ki biz gökkuşağını görebilelim.
Yağmur damlalarından yansıyan ışınların gözümüzde odaklaşabilmeleri için bir daire şeklinde dizilmiş olmaları gerekir. Aslında o bölgedeki bütün yağmur damlaları gelen ışığı renklere ayrıştırarak yansıtırlar ama sadece bir yarım daire içinde olan yağmur damlalarından yansıyanlar gözümüze odaklaşırlar.
Biz de sadece o yağmur damlalarından gözümüze gelen renklerine ayrılmış ışınları görebildiğimizden gökkuşağını da yarım daire şeklinde görürüz. Bazen bir uçaktan veya yüksek bir dağdan baktığımızda gökkuşağını tam daire şeklinde görmemiz de mümkün olabilmektedir.
Güneş ne kadar yüksekse gökkuşağı dairesi de o kadar aşağı iner. Bunun içindir ki yedi renkli gökkuşağını sabah ve akşam yağışlarından sonra daha çok görürüz.
Genellikle fark edilmez ama gökkuşağı daima içice iki halkadan oluşur. İkinci kuşak pek dikkat çekmez. Bir ikinci zayıf kuşağın daha bulunmasının nedeni bazı güneş ışıklarının su damlasının iç yüzeyine bir kez değil iki kez çarpmalarıdır. Böylece parlaklıklarını yitiren ışıklardan oluşan ikinci gökkuşağı zar zor görülür. Birinci kuşakta kırmızı renk şeridin en dışında iken ikinci kuşakta en içtedir. Diğer renklerin sıralamaları da terstir.
Altından geçenin cinsiyetinin değişeceği veya yere değdiği noktada bir küp altın gömülü olduğu lafları sadece şakalarda kullanılıyor. Zaten gökyüzünde sabit bir gökkuşağı oluşmuyor. Herkesin bakış yönüne göre, gördüğü gökkuşağı farklı yerde oluyor. Gökkuşağının görüldüğü yere doğru gidilince görülebildiği sürece kişiye hep aynı mesafede kalıyor.
Gökyüzünde gökkuşağı gördüğünüz vakit biliniz ki, o yağmur damlalarından oluşmaktadır ama güneş kesinlikle arkanızdadır. Güneşin paralel ışınları başınızın üstünden geçerek yağmur damlalarına çarparlar. Yağmur damlaları burada ışığı renklerine ayıracak bir prizma görevi görürler.
Sarı gibi görünmesine rağmen güneş ışığı aslında beyazdır ve bütün renkler onun içindedir. Yağmur damlasının içine girince kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renklere ayrışır. Mor renk çemberin içinde kırmızı ise en dışındadır.
Yağmur damlası çocukken oynadığımız misket veya bilye gibi küresel saydam bir şekildedir. Güneş ışığı bu kendi tarafındaki yüzeyinden doğrudan içine girer. İçinde renklere ayrışır ve kürenin arka duvarına vurarak gerisin geriye yansır. Işığın damlanın ön yüzünden değil de arka yüzünden yansımasının nedeni içbükey, dışbükey mercek özelliklerindendir.
Ayrışmış renkler, içbükey arka yüzden çeşitli açılarda yansımaları sonucu gözümüze sırayla dizili renklerden oluşmuş bir bant şeklinde görünüyorlar. Gökkuşağını görebilmek için Güneş, biz ve yağmur damlaları, muhakkak belirli bir açıda dizilmek zorundayız. Ama daha önemlisi milyonlarca yağmur damlasından yansıyan ışınların gözümüze geliş açıları mutlaka aynı olmalıdır ki biz gökkuşağını görebilelim.
Yağmur damlalarından yansıyan ışınların gözümüzde odaklaşabilmeleri için bir daire şeklinde dizilmiş olmaları gerekir. Aslında o bölgedeki bütün yağmur damlaları gelen ışığı renklere ayrıştırarak yansıtırlar ama sadece bir yarım daire içinde olan yağmur damlalarından yansıyanlar gözümüze odaklaşırlar.
Biz de sadece o yağmur damlalarından gözümüze gelen renklerine ayrılmış ışınları görebildiğimizden gökkuşağını da yarım daire şeklinde görürüz. Bazen bir uçaktan veya yüksek bir dağdan baktığımızda gökkuşağını tam daire şeklinde görmemiz de mümkün olabilmektedir.
Güneş ne kadar yüksekse gökkuşağı dairesi de o kadar aşağı iner. Bunun içindir ki yedi renkli gökkuşağını sabah ve akşam yağışlarından sonra daha çok görürüz.
Genellikle fark edilmez ama gökkuşağı daima içice iki halkadan oluşur. İkinci kuşak pek dikkat çekmez. Bir ikinci zayıf kuşağın daha bulunmasının nedeni bazı güneş ışıklarının su damlasının iç yüzeyine bir kez değil iki kez çarpmalarıdır. Böylece parlaklıklarını yitiren ışıklardan oluşan ikinci gökkuşağı zar zor görülür. Birinci kuşakta kırmızı renk şeridin en dışında iken ikinci kuşakta en içtedir. Diğer renklerin sıralamaları da terstir.
Futbolun Tarihçesini Biliyormusunuz ?
İnsanoğlunun "top" ile oynamaya başlamasının tarihi çok eskilere dayanıyor. Mısır'da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine
rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma, 7.5 cm çapında deri veya ketenden
yapılmış toplar 2500 yıl önceden günümüze kadar ulaşmıştı ve kimi müzelerde
sergilenmektedir.
Homeros da "Odiesa"da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500 yıllarında da Çin'de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir.
Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurularak rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut'un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı "Tepük" isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbolununkilere oldukça benzer. Elle oynamak yasaktır, Faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz...
Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın şeklini 17. yüzyılda İngiltere’de almıştır.
Homeros da "Odiesa"da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500 yıllarında da Çin'de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir.
Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurularak rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut'un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı "Tepük" isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbolununkilere oldukça benzer. Elle oynamak yasaktır, Faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz...
Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın şeklini 17. yüzyılda İngiltere’de almıştır.
Keçe nedir? Nasıl yapılır?
Keçenin ana malzemesi yündür. Genelde koyun yünü kullanılır, ama
deve tüyü ve alpaka yünleri de kullanılır. Koyunların yünlerinin çeşitleri çok
fazladır. Bölgeye ve yedikleri otlara göre kalitesi değişir. Yapacağımız projeye
göre yün seçmekte fayda vardır.
Yün doğal bir malzeme olduğu için, çok faydalıdır. Evde kullanıldığında odadaki nem oranını düzenler. Çok nemliyken, nemi alır, çok kuru bir hava varken de ortama nem ekler. Çalışma sırasında da yünlere dokunmak, okşamak insanı çok sakinleştirir. Özellikle çok hareketli çocuklar yün ile çalışırken sakinleşirler.
Keçe yapımı çok eski bir uğraştır.
İlk keçelerle ilgili değişik hikayeler var. Nuh’un gemisinde postu olan hayvanlar küçük bir yerde oldukları için ve denizde sallandıkları için, stresten postlarını atarlarmış. Yerlerde ıslanan yünlerin üstüne bastıkça keçeleşmeye başlamış. İçinde de yedikleri ot parçalarından desen çıkmış. Hayvanlar gemiden çıkarken, dünyanın en güzel keçe halısını geride bırakmışlar….
Eskiden at binerken, yumuşak oturabilmek için atın sırtına yün serpilirdi. Ter ile hareket bu yünleri keçeleştirirdi. Kuzey ülkelerinde ise, tahta ayakkabılar içine koyarlarmış daha rahat olsun diye, yine ter ve hareketle beraber keçeleşirmiş.
Kuzey ülkelerinde botlar bile yazın serin kışın sıcak tutan keçeden yapılırdı. Su geçirmez olduğundan Orta Asya’da çadırlar ve halılar için de kullanılır.
Günümüzde hala geleneksel keçe yapan atölyeler vardır. Son yıllarda keçe hobi olarak da keşfedildi. Artık yünleri temiz ve taranmış olarak bulunabiliyor.
Böylece evde de keçe yapılabilir.
İki çeşit keçe yapımı vardır. Biri ıslak keçe yöntemi ve diğeri iğne ile yapılan keçelerdir. Islak keçe daha sağlam olur. Keçe iğnesi ile yapılan eserler daha çok süs amaçlı yapılır. İkisi bir arada da kullanılabilir. Daha detaylı süsleme yapabilmek için ıslak keçenin yanına kuru keçe de kullanılabilir.
Keçe yapımı sabır ister, ama çok keyifli bir uğraştır.
Diğer kumaşların aksine, keçe, kösele şerit ve parçaların birbirine geçmesinden değil, yün liflerinin kaynaşmasıyla ve birlikte dokunmasıyla elde edilir. Çünkü keçenin esasında yün vardır ve kumaşlar arasında önemli bir yere sahiptir. Bunun nedeni de sıcak tutması, sıcağı koruması ve su geçirmemesidir. Bu da standart yaşamın değişmeyen parçası özelliğini taşır. Keçe ilk olarak Çinliler tarafından “kabileye ait veya vahşi bir madde” olarak tanınmıştır, çünkü Orta Asya’nın eski kabilelerinde, keçe birçok şey için kullanılıyordu, elbise yapımından örtünmeye kadar.
Kısaca Keçe Yapımı
Kırpılmış ve yıkanmış hayvan yünleri ayrıldıktan sonra boyanıyor. Yarı keçeleşen plakalar haline geldiğinde sıcak su ve sabunla sıkıştırılıp dövülüyor. Parçalara ayrılıyor ve motifler çıkarılıyor. Motifler hasır üzerine seriliyor. Tekrar dövülüyor ve yıkanıyor. İlk yün kumaşları 3. yüzyılda Anadolu’da görülüyor. 10. yüzyıldan itibaren ise Selçuklular’ın Asya keçesi çıkıyor.
Keçenin Tarihteki Yeri
Keçe, M.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak, Asya’da yaşayan göçerlerin yaşamında çok önemli bir yer tutuyordu. Asya göçerleri için keçe yalnızca ihtiyaç duydukları değil, aynı zamanda inançlarını, mitolojilerini yükledikleri, hatta tapındıkları bir üründü.
Asya keçesi, 10. yüzyılda göçerlerle birlikte Anadolu’ya geldi. Ancak, Hititler’de 3-5. yüzyıllarda keçenin varlığını gösteren mezar buluntularına da rastlanıyor.
Hıristiyanlıkla bir arada yaşayan keçe, yarı göçer bir toplumun oluşmaya başladığı süreçte İslamiyet’le tanıştı…
Müslüman misyonerlerle birlikte keçe de Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’yı ve Orta Avrupa’yı gezdi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray, ürün standartlarını denetliyor ve ustalara belirlediği yüksek standartlara uygun keçeler sipariş ediyordu.
Şamanizm döneminde keçe gündelik yaşamda çok önemli bir yere sahipti. Tapınma unsuru olarak kullanılıyordu. Şaman’ın kostümü ile fal bakmak için kullandığı objelerin çoğu keçeden yapılıyordu.
Eski Türkler’de Kağan’ın taç giyme töreninde keçe çok önemli bir yer tutardı. Kağan ak keçeden yapılmış bir seccadeye oturtulur ve seccadeyle birlikte havaya atılarak iktidarı pekiştirilirdi.
Türk el sanatlarının en eski tekniklerinden biri olan tepme keçecilik Orta Asya’dan 11. yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından diğer sanatlarla birlikte Anadolu’ya gelmiş, günümüze kadar ulaşmıştır.
Türklerin günlük yaşamında önemli bir yeri olan “keçe” sözcüğü, “kidhiz / kidiz / kiz / kiiz / kiyiz” şeklinde adlar almıştır. Kullanılan bu tekniğin ilk örnekleri Uygur dönemine ait örneklerde görülmektedir. Tepme keçe veya fabrikasyon olarak üretimi yapılan keçe yapımında, koyun yünü dışında tavşan, yünü, deve yünü, tiftik, keçi kılı da kullanılmaktadır.
Yünün elle veya makinelerle atılarak, genellikle doğal yün renginin (beyaz, siyah, kahverengi) zeminde kullanıldığı, desenlerin ise sentetik boyalarla renklendirilen keçeler ile oluşturulduğu görülmektedir. Desenlerde çoğunlukla geometrik bezemelerle birlikte figürlü, doğadan sitilize edilmiş motifler de kullanılmaktadır.
Atölyelerde yörelere özgü desen, renk, motiflerle bezenen desenli veya desensiz olarak üretilen bu ürünlerin geçmişte kullanımı yaygı, yolluk, seccade, yastık, eğer örtüleri, çadır gibi ev eşyası ya da kepenek, çizme, çorap, patik vb. giyim eşyası olmuştur.
Keçe sözcüğünü inceleyen araştırmacılar, bu kelimenin Batı Türkleri ile Oğuzlar arasında gelişmiş ve yayılmış olduğuna inanmaktadırlar. Türkçe’de, keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin, geçme-geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlanıldığı düşünülmektedir.
Türkçe’de, keçe kelimesinden çok eski zamanlara ait olan ve aynı anlama gelen Kidiz kelimesi de vardır. Çeşitli kaynaklara göre bu kelime çeşitli Türk topluluklarında bazı farklı şekillerde kullanılarak eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un ünlü divanında Kidiz kelimesi de geçmektedir. Türkmenler’in Kidiz’i çadır örtüleri ve göç zamanı bürgüleri anlamında kullandığı görülmektedir.
Kuzunun ilk kırkımı olan haziran yününden keçenin iyisi, koyunların ikinci kırkımından olan ağustos yününden ikinci kalite keçe imal edilir.
Günümüzde modern evlerimizin süsü olarak da kullanılan keçe yapımında; yün önce temizlenir, sonra rengine göre ayrılır. Didme işleminden sonra hallaç tarafından tel tel ayrılır. Gerekli renk ve motifler hazırlandıktan sonra kalıplama verilen keçede kök boyası kullanılır. Kalıba dökülen keçe düzgünce dürülür, bir uçtan bir uca sarılır ve 3-4 kişi tarafından 30-40 dakika tepilerek dövülür. “Ten ile yoğrulmuş yün hamuru” denilen keçe, sabahtan akşama kadar tamamlanmazsa kalitesi düşer.
Anlatılan anonimlere göre yüz yıllar önce keçenin keşfini yapan, keçe ustası Ebu Said Libabid’dir. Ebu Said Libabid yünü sıkıştırmak için ayaklarıyla döverek (teperek) günlerce uğraşmış. Ancak bu uğraşları bir sonuç vermemiş, Dövülen yünler tekrar açılmaya başlamıştır. Uzun müddet bu işlemi yapan Ebu Said Libabid’dir ne yazıktır ki tekrar aynı sonuca varınca kederinden ağlamaya başlamıştır. Ancak daha sonraları fark etmiştir ki; gözyaşlarının düştüğü yerler dağılmamaktadır. Bunun üzerine Ebu Said Libabid keçeyi döverken su katılması gerektiğini anlamış ve bundan sonra, keçe dövme işlemini su ile yapmaya başlamıştır.
Keçe; yünden imal edilen bir çeşit yaygıdır. Bu yaygıyı (Keçeyi) üreten ve işleyene de “Keçeci” denir. Yüzyıllardan bu yana devam etmekte olan keçe kültürü bir tür el sanatıdır.
Keçe kullanım amacı bakımından sanayileşme devriminden önce birçok alanda kullanılmış ancak teknolojinin ilerlemesi ile bu kullanım alanları gittikçe azalma göstermiştir.
Keçe Çeşitleri
1. Ala keçe (Yazgı Keçesi): Yaygı keçesi de denir. Evlerde, çadırlarda alaçık (kulübe) ve topak evlerde yerlere serilen desenli veya desensiz değişik boyutlarda keçelerdir.
2. Turluk: Genellikle Toroslar’da ve Anadolu’daki Göçerler de alaçık üzerine örtülen düz siyah veya düz kirli renkteki keçelerdir. Yaklaşık olarak ölçüleri 120-130 ile 180-200 cm’dir.
3. Süt Keçesi: Bir parmak kalınlığında süt kazanının üzerine örtülen beyaz keçedir. Amacı süt piştikten sonra sütün hem çabuk soğumasını önlemek hem de toz topraktan sütü korumaktır.
4. Yük Keçesi: Göçerlerde yolculuk sırasında eşyaların yağmurdan ve pislikten korunması, yerleşik durumda eşyaların üzerine örtülerek dağınıklığı saklamak amacıyla kullanılır.
5. Eyer Keçesi (Ter Keçesi): Eğerin üzerine geçirilen ve atın sağrısını örten, çoğunlukla saraçlı, tiftik püsküllü desenli veya desensiz keçelerdir.
6. At Keçesi (Belleme): Çıplak at üzerine konularak eğer vazifesi gören, bazen eğerin altına yerleştirilen 2 cm kalınlığındaki bu keçelerin üzerinde zikzaklı fitil ve ay yıldız nakışları bulunur.
7. Deve Keçesi: Develerde havutun (deve semeri) altına konulan düz keçedir.
8. Sargı (Bebe Keçesi): Göçerlerde ve yörüklerde bebeğin kundaklandığı üzeri desenli kare formlu bir keçedir.
9. Kepenek: Çobanlar tarafından giyilen bu keçe, beyaz ya da mor yünden yapılır ve genellikle nakışsız olur. Ancak göğüs kısımlarında nakışlı olanlara da rastlamak mümkündür. Tek parça halinde yapılan, yaz günlerinde gölge sağlamasından dolayı serinlik, kışın ise sıcaklık veren çoban keçeleri dikişli ve dikişsiz olarak ikiye ayrılır. Ustalık ve özen istemesi bakımından dikişsiz türleri daha kıymetlidir.
10. Kış Keçesi: Beyaz yünden düz veya nakışsız olarak yapılan bu keçelerin çevresi “çirtik” olarak tabir edilen zikzaklı bir şekildedir. Yapıldıktan sonra yün boyası ile tamamen turuncu veya pembe renge boyanır. Kış aylarında evlerde ağırlanan misafirlerin oturdukları yün minderler üzerine serildiğinden ebatları alttaki minderin ölçüsünde olur.
11. Sünger Yatak Keçesi: Kauçuk minderlerin piyasaya sürülmesi ile gelişen bu keçe türü 1 cm kalınlığında olup, minderin ölçüsüne göre yapılır ve nakışsızdır. Minderin üzerine serilir ve çarşafla kaplanır. Kauçuk minder ile insan vücudu arasında kalan bu keçe sağlıklı olması bakımından tercih edilmektedir.
12. Börk: Yeniçeriler’e mahsus beyaz keçeden yapılan ve başa giyilen başlıktır.
13. Hartavi: Sipahiler’in giydiği, Yeniçeri keçesine benzeyen toparlak, keçe külahtır.
14. Sikke: Mevlevi dervişlerinin giydiği deve tüyü rengindeki keçe külahın adıdır.
15. Zerrin Külah: Osmanlı Saray Teşkilatı’nın (1928′den önce) Zülüflü Ağalar diye anılan iç oğlanlarının giydiği üzeri som altın sırma işlemeli ve en iyi keçeden yapılmış iki tarafında birer zülüf olan başlıktır.
16. Külah: Dikişsiz, tek parçadan yapılmış sivri uçlu başlık. Keçeci esnafı giyer.
17. Üsküf: Yeniçeri börkünün kenarları sırma işli bir çeşididir.
18. Taç: Şeyh ve dervişlerin giydiği, keçeden yapılmış başlık ki bu başlıklar üzerindeki destar ve dilimler tarikatları belirlerdi.
19. Takke: Halk tarafından giyilen başlıktı.
20. Arakiyye: Mevlevilerin giydiği bir cins keçe başlıktır. Sikkeden daha ince ve daha kısadır.
21. Aba: Siyah ve beyaz keçeden yapılan önü açık hırka.
22. Çuval: Sıcağı soğuğu geçirmediği için Cumhuriyet döneminde ve öncesinde kar ile Afyon sakızının nakliyesinde kullanılırdı.
23. Seccade: Namazlık, camii keçeleri.
24. Yamcı: Süvarilerin yağmurda giydikleri keçeden yapılmış başlıklı pelerin.
25. Şırmak (Şırdak): Türkistan’da keçenin üzerine ayrı keçelerden yapılmış desenlerin yapıştırılması veya dikilmesi ile yapılan, renkli aplike yer keçeleridir.
26. Top Keçe: Renkli veya renksiz olup saraçlar, semerciler, ayakkabıcılar, tarafından alınırlar.
Keçe Yapımı
Yünün Hazırlanması: Ülkemizde koyunlar genellikle yılda Nisan, Temmuz veya Ağustos olmak üzere iki kez kırkılmaktadır. Keçe ustalarınca; keçe yapımı için ikinci yani Temmuz ve Ağustos aylarında kırkılan yünün, daha elverişli olduğu belirtilmektedir.
Kırkımdan önce veya kırkımdan sonra yıkanan yün elyafı keçe üreticisine temiz olarak getirilmektedir. Bu nedenle keçe yapım atölyelerine ulaşan yüne uygulanan ilk işlem, yünün kalitesi veya rengine göre ayrılmasıdır. Renklerine ve kalitesine göre ayırma işlemi tamamlanmış yün lifleri terazi veya kantarda tartılarak ağırlığı belirlenir.
Daha sonra üretimi planlanan keçenin çeşidine ve boyutlarına göre gerekli olan miktarda ayrılan elyafın atılması yani kabartılması işlemine geçilir. Atma işleminde geçmişte yay ve tokmak kullanılmıştır. Günümüzde bu işlem hallaç makinalarında yapılmaktadır. Hallaç makinasından geçirilerek serbest hale getirilmiş olan lifler, keçe yapımında kullanılmak üzere yığın halinde atölyenin bir kenarına alınır.
Desen Hazırlama: Araştırma kapsamına alınmış olan tepme keçe ürünlerinin desenleme teknikleri üzerinde yapılan incelemelerden desenlemenin, üretim aşamasında keçeleştirme, üretiminden sonra renkli keçelerle aplikasyon veya renkli nakış iplikleriyle işlenerek yapıldığı tespit edilmiştir.
Üretim aşamasında desenlendirmenin yapılabilmesi için öncelikle tasarlanan desene uygun renklerde boyanmış keçe parçaları ile gerekli görülürse renklendirilmiş elyafa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bakımdan desenli keçe üreten ustalar atölyelerinde yöreye özgü renklerde boyadıkları ince keçe yüzeyleri sürekli hazır bulundurmaktadırlar.
Renkli keçe yüzeylerinin desene uygun kesilmesi gerekmektedir. Baklava, şerit, daire vb. biçimlerde kesilen bu parçalar, planlanan desenin elde edilmesinde doğrudan etkilidir.
Kesilen parçalar yere serilen hasır örtü üzerine kenardan başlamak üzere yerleştirilmektedir. Bu işlemin uygulanmasında, düzgünlüğün sağlanabilmesi için hasırın üzerinde bulunan çizgilerden yararlanılmaktadır. Bazı yörelerde renklendirilmiş ve serbest hale getirilmiş elyaf demetlerinin desenlemede kullanıldığı görülmektedir.
Tepme keçe atölyelerinde gözlemlere dayalı incelemelerden keçe ustalarının uygulanacak deseni hasır üzerine yerleştirme esnasında herhangi bir kaynaktan yararlanmadıkları anlaşılmıştır. Nitekim keçe ustaları da yıllardır aynı bezemeleri uyguladıklarından dolayı herhangi bir kaynağa ihtiyaç duymadıklarını ifade etmişlerdir.
Desenlemeye genellikle bordürü oluşturan dış kenar çizgiden başlanmakta ve böylece elde edilecek keçe yüzeyin yaklaşık boyutu belirlenmektedir.
Bordür tamamlandıktan sonra keçe yüzeyin zemininde yer alacak desenin hazırlanmasına geçilmektedir. Desende eksiklik olup olmadığı kontrol edildikten sonra tepme keçecilikte önemli işlem sırasını oluşturan saçma ve sarma işlemi uygulamaktadır.
Saçma ve Sarma: Atılarak serbest hale getirilmiş yünün; desenli tepme keçelerde desenin hasırın üzerine yerleştirilmesinden sonra; desensiz olan çeşitlerinde ise doğrudan hasır üzerine çubuk veya sepki denilen araç yardımıyla serpilmesi işlemine “Saçma” denir.
Saçılacak yünün tamamı bir defada değil birkaç defada saçılmaktadır. Her saçmadan sonra kalınlığın bir örnekliliği sağlanmakta ve miktarı göz kararıyla ayarlanan oda sıcaklığındaki musluk suyu serpilmektedir. Süpürge yardımıyla verilen bu su, keçeleşme etkenlerinden biri olan nemi sağlamaktadır.
Saçma işlemi bittikten sonra saçılan yünün kenarları elle düzeltilip hasırla beraber sarılarak rulo yapılmaktadır. Rulo yapılırken; rulonun yapımını kolaylaştırmak, hasırın kırılmasını engellemek ve tepmenin düzenli yapılmasını sağlamak amacıyla bazı yörelerde rulo içerisine bir sırık konulmaktadır. Dışı bez veya telisle sarılan ve bağlanan rulo, daha sonra uygulanacak olan tepme işlemine hazır duruma getirilmektedir.
Tepme ve Pişirme (Keçeleştirme): Tepme işlemi ayakla yuvarlanarak (tepilerek) veya keçe tepme makinalarında dövülerek gerçekleştirilmektedir. Yakın tarihe kadar tepme işlemi genellikle elle veya ayakla yapılmaktaydı. Teknolojik gelişmelerin tepme keçe sanatına getirdiği yeniliklerden biri olarak kabul edilen makinalar sayesinde, tepme işlemi, insan gücü yerine makina gücü ile gerçekleştirilmekte ve böylece kısa sürede, daha fazla miktarda ürün elde etme olanağı sağlanmaktadır.
Birinci tepme işlemi makinada yaklaşık 40-45 dakika kadar sürmektedir. İlk tepmeden sonra rulo açılıp kenarları elle düzeltilmekte yani “çatkı”sı yapılmaktadır.
Tekrar sırıkla birlikte rulo yapılarak ikinci tepme işlemine geçilmektedir. İkinci tepme süresi de (makinada), birinci tepmenin süresi kadar yani 40-45 dak. kadardır.
İki kez tepme işlemine tabi tutulan yünler kısmen keçeleşmektedir. Elde edilecek ürünün daha iyi keçeleşmesinin sağlanabilmesi için pişirme işleminden geçirilmesi gerekmektedir.
Pişirme: Pişirme, atölye ortamında veya hamamda yapılabilmektedir. Günümüzde Urfa ve Afyon’da keçe ürünleri hamamda pişirmeye devam eden keçe ustaları bulunmakla beraber bu işlem genellikle atölye ortamında yani makinada yapılmaktadır.
Pişirmede genellikle 50-80 derece arasında değişen sıcaklıkta sabunlu su kullanılmaktadır. Pişirme için gerekli olan sabunlu su miktarı ise pişirilecek ürün ağırlığına bağlı olup bu miktar hamamda pişirmede %3, atölyedeki pişirmede %10 kadardır.
Keçe tepme makinalarının bulunmadığı durumlarda pişirme işlemi; gerek hamamda gerekse atölye ortamında belirtilen sıcaklıkta sabunlu suyun kullanılması, bu keçe ürünlerin veya rulo haline getirilmesi ve daha sonra el ayasıyla öne çekilip, geriye itilmesi suretiyle gerçekleşmektedir.
Keçe tepme makinalarının bulunduğu atölyelerde pişirme işlemi, atölye ortamında varolan sıcak su veya buhar kazanlarından sağlanmaktadır. Sıcak su ve buharın temin edildiği kazanlardan bir boru vasıtasıyla keçe tepme makinasına bağlantı kurulmakta ve ihtiyaç duyulan oranda kullanılmaktadır.
Böylece gerek hamamda gerekse atölye ortamında sağlanan ısı, nem, basınç, hareket ve sabunlu su ile sağlanan alkali ortamda liflerin çözülmeyecek şekilde kenetlenmesi yani keçeleşmesi gerçekleşmektedir.
Bitirme İşlemleri (Yıkama ve Kurutma): Hamamda veya atölye ortamında pişirilme işlemi tamamlanan keçe ürünler; bünyesinde bulunan sabunun giderilmesi için bol su ile çiğnemek suretiyle yıkanır. Suyun süzülmesi için 12 saat kadar hamamda ve atölyede bekletilirler.
Suyu süzülen ürünlerden perdahlanacak (yüzü düzeltilecek) olanlar tokaçla perdahlanır. Daha sonra güneşte veya gölgede kurutulur.
Kurutma işlemi: Kurutma işlemi ürünün büyüklüğüne göre asmak veya yaymak suretiyle yapılır.
Tepme keçe ürünleri preseli veya presesiz üretilmektedir. Preseli keçe ürünleri diğerinden ayrılan farkı yıkama işleminden sonra %20 oranında alınan beyaz tutkalla işlem görmesidir. Bunun için beyaz tutkal 1/4 oranında soğuk suda eritildikten sonra ürünün üzerine serpilir. 15-30 dakika süre ile tutkalın keçe içerisine yayılması için pişirme işlemindeki hareketler tekrarlanır ki buna tığlama denir. Tığlanan keçe ürünler tokaçla perdahlandıktan sonra kurutulur.
Yün doğal bir malzeme olduğu için, çok faydalıdır. Evde kullanıldığında odadaki nem oranını düzenler. Çok nemliyken, nemi alır, çok kuru bir hava varken de ortama nem ekler. Çalışma sırasında da yünlere dokunmak, okşamak insanı çok sakinleştirir. Özellikle çok hareketli çocuklar yün ile çalışırken sakinleşirler.
Keçe yapımı çok eski bir uğraştır.
İlk keçelerle ilgili değişik hikayeler var. Nuh’un gemisinde postu olan hayvanlar küçük bir yerde oldukları için ve denizde sallandıkları için, stresten postlarını atarlarmış. Yerlerde ıslanan yünlerin üstüne bastıkça keçeleşmeye başlamış. İçinde de yedikleri ot parçalarından desen çıkmış. Hayvanlar gemiden çıkarken, dünyanın en güzel keçe halısını geride bırakmışlar….
Eskiden at binerken, yumuşak oturabilmek için atın sırtına yün serpilirdi. Ter ile hareket bu yünleri keçeleştirirdi. Kuzey ülkelerinde ise, tahta ayakkabılar içine koyarlarmış daha rahat olsun diye, yine ter ve hareketle beraber keçeleşirmiş.
Kuzey ülkelerinde botlar bile yazın serin kışın sıcak tutan keçeden yapılırdı. Su geçirmez olduğundan Orta Asya’da çadırlar ve halılar için de kullanılır.
Günümüzde hala geleneksel keçe yapan atölyeler vardır. Son yıllarda keçe hobi olarak da keşfedildi. Artık yünleri temiz ve taranmış olarak bulunabiliyor.
Böylece evde de keçe yapılabilir.
İki çeşit keçe yapımı vardır. Biri ıslak keçe yöntemi ve diğeri iğne ile yapılan keçelerdir. Islak keçe daha sağlam olur. Keçe iğnesi ile yapılan eserler daha çok süs amaçlı yapılır. İkisi bir arada da kullanılabilir. Daha detaylı süsleme yapabilmek için ıslak keçenin yanına kuru keçe de kullanılabilir.
Keçe yapımı sabır ister, ama çok keyifli bir uğraştır.
Diğer kumaşların aksine, keçe, kösele şerit ve parçaların birbirine geçmesinden değil, yün liflerinin kaynaşmasıyla ve birlikte dokunmasıyla elde edilir. Çünkü keçenin esasında yün vardır ve kumaşlar arasında önemli bir yere sahiptir. Bunun nedeni de sıcak tutması, sıcağı koruması ve su geçirmemesidir. Bu da standart yaşamın değişmeyen parçası özelliğini taşır. Keçe ilk olarak Çinliler tarafından “kabileye ait veya vahşi bir madde” olarak tanınmıştır, çünkü Orta Asya’nın eski kabilelerinde, keçe birçok şey için kullanılıyordu, elbise yapımından örtünmeye kadar.
Kısaca Keçe Yapımı
Kırpılmış ve yıkanmış hayvan yünleri ayrıldıktan sonra boyanıyor. Yarı keçeleşen plakalar haline geldiğinde sıcak su ve sabunla sıkıştırılıp dövülüyor. Parçalara ayrılıyor ve motifler çıkarılıyor. Motifler hasır üzerine seriliyor. Tekrar dövülüyor ve yıkanıyor. İlk yün kumaşları 3. yüzyılda Anadolu’da görülüyor. 10. yüzyıldan itibaren ise Selçuklular’ın Asya keçesi çıkıyor.
Keçenin Tarihteki Yeri
Keçe, M.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak, Asya’da yaşayan göçerlerin yaşamında çok önemli bir yer tutuyordu. Asya göçerleri için keçe yalnızca ihtiyaç duydukları değil, aynı zamanda inançlarını, mitolojilerini yükledikleri, hatta tapındıkları bir üründü.
Asya keçesi, 10. yüzyılda göçerlerle birlikte Anadolu’ya geldi. Ancak, Hititler’de 3-5. yüzyıllarda keçenin varlığını gösteren mezar buluntularına da rastlanıyor.
Hıristiyanlıkla bir arada yaşayan keçe, yarı göçer bir toplumun oluşmaya başladığı süreçte İslamiyet’le tanıştı…
Müslüman misyonerlerle birlikte keçe de Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’yı ve Orta Avrupa’yı gezdi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray, ürün standartlarını denetliyor ve ustalara belirlediği yüksek standartlara uygun keçeler sipariş ediyordu.
Şamanizm döneminde keçe gündelik yaşamda çok önemli bir yere sahipti. Tapınma unsuru olarak kullanılıyordu. Şaman’ın kostümü ile fal bakmak için kullandığı objelerin çoğu keçeden yapılıyordu.
Eski Türkler’de Kağan’ın taç giyme töreninde keçe çok önemli bir yer tutardı. Kağan ak keçeden yapılmış bir seccadeye oturtulur ve seccadeyle birlikte havaya atılarak iktidarı pekiştirilirdi.
Türk el sanatlarının en eski tekniklerinden biri olan tepme keçecilik Orta Asya’dan 11. yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından diğer sanatlarla birlikte Anadolu’ya gelmiş, günümüze kadar ulaşmıştır.
Türklerin günlük yaşamında önemli bir yeri olan “keçe” sözcüğü, “kidhiz / kidiz / kiz / kiiz / kiyiz” şeklinde adlar almıştır. Kullanılan bu tekniğin ilk örnekleri Uygur dönemine ait örneklerde görülmektedir. Tepme keçe veya fabrikasyon olarak üretimi yapılan keçe yapımında, koyun yünü dışında tavşan, yünü, deve yünü, tiftik, keçi kılı da kullanılmaktadır.
Yünün elle veya makinelerle atılarak, genellikle doğal yün renginin (beyaz, siyah, kahverengi) zeminde kullanıldığı, desenlerin ise sentetik boyalarla renklendirilen keçeler ile oluşturulduğu görülmektedir. Desenlerde çoğunlukla geometrik bezemelerle birlikte figürlü, doğadan sitilize edilmiş motifler de kullanılmaktadır.
Atölyelerde yörelere özgü desen, renk, motiflerle bezenen desenli veya desensiz olarak üretilen bu ürünlerin geçmişte kullanımı yaygı, yolluk, seccade, yastık, eğer örtüleri, çadır gibi ev eşyası ya da kepenek, çizme, çorap, patik vb. giyim eşyası olmuştur.
Keçe sözcüğünü inceleyen araştırmacılar, bu kelimenin Batı Türkleri ile Oğuzlar arasında gelişmiş ve yayılmış olduğuna inanmaktadırlar. Türkçe’de, keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin, geçme-geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlanıldığı düşünülmektedir.
Türkçe’de, keçe kelimesinden çok eski zamanlara ait olan ve aynı anlama gelen Kidiz kelimesi de vardır. Çeşitli kaynaklara göre bu kelime çeşitli Türk topluluklarında bazı farklı şekillerde kullanılarak eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un ünlü divanında Kidiz kelimesi de geçmektedir. Türkmenler’in Kidiz’i çadır örtüleri ve göç zamanı bürgüleri anlamında kullandığı görülmektedir.
Kuzunun ilk kırkımı olan haziran yününden keçenin iyisi, koyunların ikinci kırkımından olan ağustos yününden ikinci kalite keçe imal edilir.
Günümüzde modern evlerimizin süsü olarak da kullanılan keçe yapımında; yün önce temizlenir, sonra rengine göre ayrılır. Didme işleminden sonra hallaç tarafından tel tel ayrılır. Gerekli renk ve motifler hazırlandıktan sonra kalıplama verilen keçede kök boyası kullanılır. Kalıba dökülen keçe düzgünce dürülür, bir uçtan bir uca sarılır ve 3-4 kişi tarafından 30-40 dakika tepilerek dövülür. “Ten ile yoğrulmuş yün hamuru” denilen keçe, sabahtan akşama kadar tamamlanmazsa kalitesi düşer.
Anlatılan anonimlere göre yüz yıllar önce keçenin keşfini yapan, keçe ustası Ebu Said Libabid’dir. Ebu Said Libabid yünü sıkıştırmak için ayaklarıyla döverek (teperek) günlerce uğraşmış. Ancak bu uğraşları bir sonuç vermemiş, Dövülen yünler tekrar açılmaya başlamıştır. Uzun müddet bu işlemi yapan Ebu Said Libabid’dir ne yazıktır ki tekrar aynı sonuca varınca kederinden ağlamaya başlamıştır. Ancak daha sonraları fark etmiştir ki; gözyaşlarının düştüğü yerler dağılmamaktadır. Bunun üzerine Ebu Said Libabid keçeyi döverken su katılması gerektiğini anlamış ve bundan sonra, keçe dövme işlemini su ile yapmaya başlamıştır.
Keçe; yünden imal edilen bir çeşit yaygıdır. Bu yaygıyı (Keçeyi) üreten ve işleyene de “Keçeci” denir. Yüzyıllardan bu yana devam etmekte olan keçe kültürü bir tür el sanatıdır.
Keçe kullanım amacı bakımından sanayileşme devriminden önce birçok alanda kullanılmış ancak teknolojinin ilerlemesi ile bu kullanım alanları gittikçe azalma göstermiştir.
Keçe Çeşitleri
1. Ala keçe (Yazgı Keçesi): Yaygı keçesi de denir. Evlerde, çadırlarda alaçık (kulübe) ve topak evlerde yerlere serilen desenli veya desensiz değişik boyutlarda keçelerdir.
2. Turluk: Genellikle Toroslar’da ve Anadolu’daki Göçerler de alaçık üzerine örtülen düz siyah veya düz kirli renkteki keçelerdir. Yaklaşık olarak ölçüleri 120-130 ile 180-200 cm’dir.
3. Süt Keçesi: Bir parmak kalınlığında süt kazanının üzerine örtülen beyaz keçedir. Amacı süt piştikten sonra sütün hem çabuk soğumasını önlemek hem de toz topraktan sütü korumaktır.
4. Yük Keçesi: Göçerlerde yolculuk sırasında eşyaların yağmurdan ve pislikten korunması, yerleşik durumda eşyaların üzerine örtülerek dağınıklığı saklamak amacıyla kullanılır.
5. Eyer Keçesi (Ter Keçesi): Eğerin üzerine geçirilen ve atın sağrısını örten, çoğunlukla saraçlı, tiftik püsküllü desenli veya desensiz keçelerdir.
6. At Keçesi (Belleme): Çıplak at üzerine konularak eğer vazifesi gören, bazen eğerin altına yerleştirilen 2 cm kalınlığındaki bu keçelerin üzerinde zikzaklı fitil ve ay yıldız nakışları bulunur.
7. Deve Keçesi: Develerde havutun (deve semeri) altına konulan düz keçedir.
8. Sargı (Bebe Keçesi): Göçerlerde ve yörüklerde bebeğin kundaklandığı üzeri desenli kare formlu bir keçedir.
9. Kepenek: Çobanlar tarafından giyilen bu keçe, beyaz ya da mor yünden yapılır ve genellikle nakışsız olur. Ancak göğüs kısımlarında nakışlı olanlara da rastlamak mümkündür. Tek parça halinde yapılan, yaz günlerinde gölge sağlamasından dolayı serinlik, kışın ise sıcaklık veren çoban keçeleri dikişli ve dikişsiz olarak ikiye ayrılır. Ustalık ve özen istemesi bakımından dikişsiz türleri daha kıymetlidir.
10. Kış Keçesi: Beyaz yünden düz veya nakışsız olarak yapılan bu keçelerin çevresi “çirtik” olarak tabir edilen zikzaklı bir şekildedir. Yapıldıktan sonra yün boyası ile tamamen turuncu veya pembe renge boyanır. Kış aylarında evlerde ağırlanan misafirlerin oturdukları yün minderler üzerine serildiğinden ebatları alttaki minderin ölçüsünde olur.
11. Sünger Yatak Keçesi: Kauçuk minderlerin piyasaya sürülmesi ile gelişen bu keçe türü 1 cm kalınlığında olup, minderin ölçüsüne göre yapılır ve nakışsızdır. Minderin üzerine serilir ve çarşafla kaplanır. Kauçuk minder ile insan vücudu arasında kalan bu keçe sağlıklı olması bakımından tercih edilmektedir.
12. Börk: Yeniçeriler’e mahsus beyaz keçeden yapılan ve başa giyilen başlıktır.
13. Hartavi: Sipahiler’in giydiği, Yeniçeri keçesine benzeyen toparlak, keçe külahtır.
14. Sikke: Mevlevi dervişlerinin giydiği deve tüyü rengindeki keçe külahın adıdır.
15. Zerrin Külah: Osmanlı Saray Teşkilatı’nın (1928′den önce) Zülüflü Ağalar diye anılan iç oğlanlarının giydiği üzeri som altın sırma işlemeli ve en iyi keçeden yapılmış iki tarafında birer zülüf olan başlıktır.
16. Külah: Dikişsiz, tek parçadan yapılmış sivri uçlu başlık. Keçeci esnafı giyer.
17. Üsküf: Yeniçeri börkünün kenarları sırma işli bir çeşididir.
18. Taç: Şeyh ve dervişlerin giydiği, keçeden yapılmış başlık ki bu başlıklar üzerindeki destar ve dilimler tarikatları belirlerdi.
19. Takke: Halk tarafından giyilen başlıktı.
20. Arakiyye: Mevlevilerin giydiği bir cins keçe başlıktır. Sikkeden daha ince ve daha kısadır.
21. Aba: Siyah ve beyaz keçeden yapılan önü açık hırka.
22. Çuval: Sıcağı soğuğu geçirmediği için Cumhuriyet döneminde ve öncesinde kar ile Afyon sakızının nakliyesinde kullanılırdı.
23. Seccade: Namazlık, camii keçeleri.
24. Yamcı: Süvarilerin yağmurda giydikleri keçeden yapılmış başlıklı pelerin.
25. Şırmak (Şırdak): Türkistan’da keçenin üzerine ayrı keçelerden yapılmış desenlerin yapıştırılması veya dikilmesi ile yapılan, renkli aplike yer keçeleridir.
26. Top Keçe: Renkli veya renksiz olup saraçlar, semerciler, ayakkabıcılar, tarafından alınırlar.
Keçe Yapımı
Yünün Hazırlanması: Ülkemizde koyunlar genellikle yılda Nisan, Temmuz veya Ağustos olmak üzere iki kez kırkılmaktadır. Keçe ustalarınca; keçe yapımı için ikinci yani Temmuz ve Ağustos aylarında kırkılan yünün, daha elverişli olduğu belirtilmektedir.
Kırkımdan önce veya kırkımdan sonra yıkanan yün elyafı keçe üreticisine temiz olarak getirilmektedir. Bu nedenle keçe yapım atölyelerine ulaşan yüne uygulanan ilk işlem, yünün kalitesi veya rengine göre ayrılmasıdır. Renklerine ve kalitesine göre ayırma işlemi tamamlanmış yün lifleri terazi veya kantarda tartılarak ağırlığı belirlenir.
Daha sonra üretimi planlanan keçenin çeşidine ve boyutlarına göre gerekli olan miktarda ayrılan elyafın atılması yani kabartılması işlemine geçilir. Atma işleminde geçmişte yay ve tokmak kullanılmıştır. Günümüzde bu işlem hallaç makinalarında yapılmaktadır. Hallaç makinasından geçirilerek serbest hale getirilmiş olan lifler, keçe yapımında kullanılmak üzere yığın halinde atölyenin bir kenarına alınır.
Desen Hazırlama: Araştırma kapsamına alınmış olan tepme keçe ürünlerinin desenleme teknikleri üzerinde yapılan incelemelerden desenlemenin, üretim aşamasında keçeleştirme, üretiminden sonra renkli keçelerle aplikasyon veya renkli nakış iplikleriyle işlenerek yapıldığı tespit edilmiştir.
Üretim aşamasında desenlendirmenin yapılabilmesi için öncelikle tasarlanan desene uygun renklerde boyanmış keçe parçaları ile gerekli görülürse renklendirilmiş elyafa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bakımdan desenli keçe üreten ustalar atölyelerinde yöreye özgü renklerde boyadıkları ince keçe yüzeyleri sürekli hazır bulundurmaktadırlar.
Renkli keçe yüzeylerinin desene uygun kesilmesi gerekmektedir. Baklava, şerit, daire vb. biçimlerde kesilen bu parçalar, planlanan desenin elde edilmesinde doğrudan etkilidir.
Kesilen parçalar yere serilen hasır örtü üzerine kenardan başlamak üzere yerleştirilmektedir. Bu işlemin uygulanmasında, düzgünlüğün sağlanabilmesi için hasırın üzerinde bulunan çizgilerden yararlanılmaktadır. Bazı yörelerde renklendirilmiş ve serbest hale getirilmiş elyaf demetlerinin desenlemede kullanıldığı görülmektedir.
Tepme keçe atölyelerinde gözlemlere dayalı incelemelerden keçe ustalarının uygulanacak deseni hasır üzerine yerleştirme esnasında herhangi bir kaynaktan yararlanmadıkları anlaşılmıştır. Nitekim keçe ustaları da yıllardır aynı bezemeleri uyguladıklarından dolayı herhangi bir kaynağa ihtiyaç duymadıklarını ifade etmişlerdir.
Desenlemeye genellikle bordürü oluşturan dış kenar çizgiden başlanmakta ve böylece elde edilecek keçe yüzeyin yaklaşık boyutu belirlenmektedir.
Bordür tamamlandıktan sonra keçe yüzeyin zemininde yer alacak desenin hazırlanmasına geçilmektedir. Desende eksiklik olup olmadığı kontrol edildikten sonra tepme keçecilikte önemli işlem sırasını oluşturan saçma ve sarma işlemi uygulamaktadır.
Saçma ve Sarma: Atılarak serbest hale getirilmiş yünün; desenli tepme keçelerde desenin hasırın üzerine yerleştirilmesinden sonra; desensiz olan çeşitlerinde ise doğrudan hasır üzerine çubuk veya sepki denilen araç yardımıyla serpilmesi işlemine “Saçma” denir.
Saçılacak yünün tamamı bir defada değil birkaç defada saçılmaktadır. Her saçmadan sonra kalınlığın bir örnekliliği sağlanmakta ve miktarı göz kararıyla ayarlanan oda sıcaklığındaki musluk suyu serpilmektedir. Süpürge yardımıyla verilen bu su, keçeleşme etkenlerinden biri olan nemi sağlamaktadır.
Saçma işlemi bittikten sonra saçılan yünün kenarları elle düzeltilip hasırla beraber sarılarak rulo yapılmaktadır. Rulo yapılırken; rulonun yapımını kolaylaştırmak, hasırın kırılmasını engellemek ve tepmenin düzenli yapılmasını sağlamak amacıyla bazı yörelerde rulo içerisine bir sırık konulmaktadır. Dışı bez veya telisle sarılan ve bağlanan rulo, daha sonra uygulanacak olan tepme işlemine hazır duruma getirilmektedir.
Tepme ve Pişirme (Keçeleştirme): Tepme işlemi ayakla yuvarlanarak (tepilerek) veya keçe tepme makinalarında dövülerek gerçekleştirilmektedir. Yakın tarihe kadar tepme işlemi genellikle elle veya ayakla yapılmaktaydı. Teknolojik gelişmelerin tepme keçe sanatına getirdiği yeniliklerden biri olarak kabul edilen makinalar sayesinde, tepme işlemi, insan gücü yerine makina gücü ile gerçekleştirilmekte ve böylece kısa sürede, daha fazla miktarda ürün elde etme olanağı sağlanmaktadır.
Birinci tepme işlemi makinada yaklaşık 40-45 dakika kadar sürmektedir. İlk tepmeden sonra rulo açılıp kenarları elle düzeltilmekte yani “çatkı”sı yapılmaktadır.
Tekrar sırıkla birlikte rulo yapılarak ikinci tepme işlemine geçilmektedir. İkinci tepme süresi de (makinada), birinci tepmenin süresi kadar yani 40-45 dak. kadardır.
İki kez tepme işlemine tabi tutulan yünler kısmen keçeleşmektedir. Elde edilecek ürünün daha iyi keçeleşmesinin sağlanabilmesi için pişirme işleminden geçirilmesi gerekmektedir.
Pişirme: Pişirme, atölye ortamında veya hamamda yapılabilmektedir. Günümüzde Urfa ve Afyon’da keçe ürünleri hamamda pişirmeye devam eden keçe ustaları bulunmakla beraber bu işlem genellikle atölye ortamında yani makinada yapılmaktadır.
Pişirmede genellikle 50-80 derece arasında değişen sıcaklıkta sabunlu su kullanılmaktadır. Pişirme için gerekli olan sabunlu su miktarı ise pişirilecek ürün ağırlığına bağlı olup bu miktar hamamda pişirmede %3, atölyedeki pişirmede %10 kadardır.
Keçe tepme makinalarının bulunmadığı durumlarda pişirme işlemi; gerek hamamda gerekse atölye ortamında belirtilen sıcaklıkta sabunlu suyun kullanılması, bu keçe ürünlerin veya rulo haline getirilmesi ve daha sonra el ayasıyla öne çekilip, geriye itilmesi suretiyle gerçekleşmektedir.
Keçe tepme makinalarının bulunduğu atölyelerde pişirme işlemi, atölye ortamında varolan sıcak su veya buhar kazanlarından sağlanmaktadır. Sıcak su ve buharın temin edildiği kazanlardan bir boru vasıtasıyla keçe tepme makinasına bağlantı kurulmakta ve ihtiyaç duyulan oranda kullanılmaktadır.
Böylece gerek hamamda gerekse atölye ortamında sağlanan ısı, nem, basınç, hareket ve sabunlu su ile sağlanan alkali ortamda liflerin çözülmeyecek şekilde kenetlenmesi yani keçeleşmesi gerçekleşmektedir.
Bitirme İşlemleri (Yıkama ve Kurutma): Hamamda veya atölye ortamında pişirilme işlemi tamamlanan keçe ürünler; bünyesinde bulunan sabunun giderilmesi için bol su ile çiğnemek suretiyle yıkanır. Suyun süzülmesi için 12 saat kadar hamamda ve atölyede bekletilirler.
Suyu süzülen ürünlerden perdahlanacak (yüzü düzeltilecek) olanlar tokaçla perdahlanır. Daha sonra güneşte veya gölgede kurutulur.
Kurutma işlemi: Kurutma işlemi ürünün büyüklüğüne göre asmak veya yaymak suretiyle yapılır.
Tepme keçe ürünleri preseli veya presesiz üretilmektedir. Preseli keçe ürünleri diğerinden ayrılan farkı yıkama işleminden sonra %20 oranında alınan beyaz tutkalla işlem görmesidir. Bunun için beyaz tutkal 1/4 oranında soğuk suda eritildikten sonra ürünün üzerine serpilir. 15-30 dakika süre ile tutkalın keçe içerisine yayılması için pişirme işlemindeki hareketler tekrarlanır ki buna tığlama denir. Tığlanan keçe ürünler tokaçla perdahlandıktan sonra kurutulur.
Plastik Maddesi Nedir ? Geri Dönüşümün Tarihçesi ?
Plastikkarbonun (C) Hidrojen (H), Oksijen (O),azot (N) ve
diğer organik ya da inorganik elementler ile oluşturduğu Monomer adı verilen,
basit yapıdaki moleküllü gruplardaki bağın koparılarak, Polimer adı verilen uzun
ve zincirli bir yapıya dönüştürülmesi ile elde edilen malzemelere verilen
isimdir.
Örneğin; Etilen bir monomerdir. Bu monomerden oluşturulan
polimer olan Polietilen ise polimerdir. En çok kullanılan plastiklerin başında
gelir.
Tanımdan anlaşılacağı üzere plastikler doğada hazır bulunmaz,
doğadaki elementlere insan tarafından müdahale edilmesi ile elde edilir. Elde
edilmesi belli bir Sıcaklık ve basınç altında, katalizör kullanılarak
monomerlerin reaksiyona sokulması ile olur. Plastik ilk üretildiğinde toz,
Reçine veya granül halde olabilir. Genelde plastikler petrol rafinerilerinde
kullanılan ham petrolün işlenmesi sonucu arta kalan malzemelerden elde edilir.
Yapılan araştırmalara göre yeryüzündeki petrolün sadece % 4 lük bir kısmı
plastik üretimi için kullanılmaktadır.
Plastik, ilk olarak 1860 yılında Alexsander Parkes tarafından
keşfedildi ve bugün geniş bir alanda kullanılmaktadır. Plastik ürünleri dünyada
yılda 80 milyon ton kullanılmaktadır.
Plastiklerin kaynağı, ham petrol, Gaz ve kömürdür. Plastiğin
genelde ana kaynağı petrol rafinerisinden arta kalan bakiye maddelerdir. Dünyada
üretilen toplam petrolün sadece %4 plastik üretimi için
kullanılmaktadır.
Plastikler, karbonun hidrojen, oksijen, Azot ve diğer organik
ve inorganik elementli elementlerle oluşturduğu manomerler diye adlandırılan en
küçük ve basit moleküllü gruplardaki çift bağın koparılarak polimerler diye
adlandırılan uzun zincirli yapıya dönüştürülmesi ile elde edilen insan yapımı
maddelerdir. Polimerler, belli bir sıcaklık ve basınç altında ve belli
katalizörler kullanılarak bir reaktörde monomerleri reaksiyona sokularak elde
edilir. Bu işlemler sonucu elde edilen polimerler reçine, granüle ve toz
halindedir.
Polimerlerin plastik ürünlerine dönüşümü üç kademede
gerçekleşir.
Bunlar;
Reçine granüller veya tozları yumuşatmak için
ısıtılır,
Yumuşatılmış madde belli kalıplara dökülür,
Ürün soğutulur ve şekillenmiş plastik ürün, elde edilir.
Yumuşatılmış madde belli kalıplara dökülür,
Ürün soğutulur ve şekillenmiş plastik ürün, elde edilir.
Plastik ürünlerinin üretildiği birkaç
metot var. Bunlar, akıtma ile dökme (kalıba dökme) ekstrüzyonlu kalıba dökme,
üflemeli kalıba dökme, sıkıştırmalı dökme ve vakum termo şekil vermedir. Bugün
takriben 40 farklı bir polimer kullanılmaktadır. Her bir polimer farklı kimyasal
kompozisyona sahiptir.
Plastikler düşük yoğunluklu, kuvvetli, istenen şekilde
şekillendirme özelliğine sahip ve düşük maliyetinden dolayı daha fazla alanda
kullanılmaya başlanılmıştır. Kullanım kapasitesi sürekli olarak artmaktadır.
Plastikleri ayırt etmek için plastik teşhis etme kodu kullanılır. Genelde
kullanılan 7 tür plastik teşhis etme kodu var. Bunlar, polietilen tereftalat
(PET veya PETE veya PE), yüksek yoğunluklu polietilen (HDPE), polivinil klorür (
PVC, ) düşük yoğunluklu polietilen (LDPE), Polipropilen (PP), polistiren (PS),
genişletilmiş (veya köpükleştirilmiş) polistiren (EPS) ve
diğeridir.
Plastikler günlük hayatımızda çeşitli alanlarda
kullanılmaktadır. Plastikler küresel enerji ihtiyaçlarını minimize etmeye
yardımcı olur ve yenilenmeyen kaynakların ömrünü uzatır. Piyasada kullanılan tüm
plastikler kolay teşhis edilip, ayrıştırılmaları için kimliklerine göre
kodlanmalı. Kotlamalar plastik malzemelerin kolay teşhis edileceği ve görüleceği
yerlere yapılmalı. Kotlanmayan plastiklerin satışları önlenmeli. Piyasada
kullanılan plastikler ve kullanım alanları aşağıda verilmiştir.
Yaygın olarak kullanılan plastik türleri
Polietilen (Polyethylene) (PE): Geniş bir kullanım alanı
vardır, çok ucuzdur.
Polipropilen (Polypropylene) (PP): Yaygın kullanılan plastiklerdendir. Otomobil yan sanayinde, bahçe mobilyalarında vb. yerlerde kullanılır.
Polipropilen (Polypropylene) (PP): Yaygın kullanılan plastiklerdendir. Otomobil yan sanayinde, bahçe mobilyalarında vb. yerlerde kullanılır.
Polistiren (Polystyrene) (PS): Paketleme, elektronik ve beyaz
eşyaların plastik kısımları vb. kullanım alanları vardır.
Polietilen
tereftalat (Polyethylene terephthalate) (PETE): Pet şişe ismi bu malzemeden
gelmektedir.
Polyamid (Polyamide) (PA) (Nylon): Fiber, diş fırçası kılları,
misina vb. kullanım alanları vardır.
Polyester (Polyester): Tekstilde
kullanımı yaygındır.
Polivinil klorid (Polyvinyl chloride) ( PVC ):Boru,
profil vb. imalatında kullanılır.
Polikarbonat (Polycarbonate) (PC): CD,
gözlük vb. imalatında kullanılır.
Akrilonitril bütadien stiren (Acrylonitrile
butadiene styrene) ( ABS ): Elektronik aletlerin plastik aksamında yaygın olarak
kullanılır.
Poliviniliden klorid ( Polyvinylidene chloride ) ( PVDC ) ( Saran
): Yiyecek paketlemede kullanılır.
Özel amaçlı
plastikler
Politetrafloroetilen ( Polytetrafluoroethylene ) ( PTFE ) ( Teflon
): Isı rezistansı, pişirme tavaları vb. yerlerde kullanılır.
• Türkiye’de çöp miktarının yaklaşık % 30’unun organik atık işleme yöntemiyle geri kazanılabilir nitelikte olduğunu,
• Evsel katı atıkların % 65 ’inin organik atıklar, kalan kısmının ise kâğıt, karton, tekstil, plastik, deri, metal, ağaç, cam ve kül gibi maddelerin oluşturduğunu,
• Ülkemizde günde yaklaşık 65 bin ton çöp üretildiğini,
• Geri dönen her bir ton cam için yaklaşık 100 litre petrolden tasarruf edilebileceğini,
• Bir ton kullanılmış kağıt, geri kazanıldığında 17 adet çam ağacının, bir ton kullanılmış gazete kâğıdı kullanıldığında ise 8 adet çam ağacının kesilmesinin önlenebileceğini,
• Bir cam şişenin doğada 4000 yıl, plastiğin 1000 yıl, cikletin 5 yıl, teneke kutunun 10-100 yıl, sigara filtresinin 2 yıl süre ile yok olmadığını,
• Yeni üretime kıyasla, metal ve plastik geri kazanımı ile % 95 enerji tasarrufu sağlanabileceğini,
• Plastiklerin doğada parçalanma süresi en uzun olan madde olduğunu,
• Plastik ambalaj atıkları yıkanıp granül haline dönüştürülerek ikincil ürün üretiminde hammadde olarak, sera örtüsü, plastik torba, marley, pis su borusu, elyaf ve dolgu malzemesi, araba yedek parçası gibi bir çok malzemenin yapımında kullanıldığını,
• 1 bilgisayarın yaklaşık 1,4 kg kurşun, 2 gr kadmiyum, 0,5 gr civa içerdiğini,
• Bir bilgisayar ve ekranının imalatı için en az 240 kg fosil yakıt, 22 kg kimyasal madde ve 1,5 ton suya ihtiyaç duyulduğunu,
• Normal şartlarda bir evde 1.5 kg – 5 kg arasında tehlikeli ürün bulunduğunu,
• Her yıl tonlarca tehlikeli atık evsel atıklarla beraber çöpe atılmakta ve depolama alanlarında bu atıkların birlikte depolanması sonucu yer altı sularının kirlendiğini,
• Evsel tehlikeli atıkların yere dökülmesi sonucu yüzeysel su kaynaklarında kirlilik meydana geldiğini,
• 1 litre atık yağın 1 milyon litre içme suyunu kirletebildiğini, ayrıca sudaki balıkların ve diğer canlıların yaşamını tehdit ettiğini
Geri dönüşümün tarihçesi
Geri dönüşüme olan ihtiyacın başlamasında savaşlar nedeniyle ortaya çıkan kaynak sıkıntıları etkili olmuştur. Büyük devletler, II. Dünya Savaşı sırasında ülke çapında geri dönüşümle ilgili kampanyalar başlatmışlardır. Vatandaşlar özellikle metal ve fiber maddeleri toplama konusunda teşvik edilmişlerdir. ABD’de geri dönüşüm işlemi yurtseverlik anlayışında çok önemli bir yer edinmiştir. Hatta, savaş sırasında oluşturulan kaynak koruma programları, doğal kaynakları kısıtlı bazı ülkelerde (Japonya gibi), savaş sonrası da devam ettirilmiştir.
Geri dönüşebilen maddeler
• Kimyasal atıklar
• Cam
• Kağıt
• Alüminyum
• Plastik
• Piller
• Motor yağı
• Akümülatörler
• Beton
• Organik atıklar
• Elektronik atıklar
• Demir
• Tekstil
• Ahşap
• Metal
Geri dönüştürme metotları
Geri dönüştürme metodları her malzeme için farklılık göstermektedir:• Alüminyum: Atık alüminyum küçük parçacıklar halinde doğranır. Daha sonra bu parçalar büyük ocaklarda eritilerek, dökme alüminyum üretilir. Bu sayede atık alüminyum, saf alüminyum ile neredeyse aynı hale gelir ve üretimde kullanılabilir. 1 ton metal atığın geri dönüştürülmesi sonucunda 1300 kg hammade tasarrufu sağlanır. Örneğin; Türkiye’de yıllık olarak toplam 2 milyon tona ulaşmaktadır.
Ayaklarımızın Tabanlarının Sırrını Biliyormuyuz ?
Dokunarak masaj
Ayakkabı içlik plastik veya keçe bir ayakkabıcıya gidilir şu işlemler yapılır.
-Siyatik kısmına sinir topuk gelecek şekilde işaretlenerek kemer kopçası zımbalanır.
-Beyin kısımlarına 3 parmak işaretlenerek kopçalar zımbalanırlar,
-Böbrek kısımlarına işaretlenerek kopçalanır,
Kopçalar üstü yuvarlak şekilde olması önemli (raptiye) şekli.İster ofiste ,ister evde,ister yürürken rahatlıkla kullanılır Gün de 5 dakikayla artırarak 20 dakikaya çıkasıya kadar arttırın kullana bilirsiniz,Sizleri çok rahatlatacak Yürüyüşten sonra nar suyu,limon suyu ,portakal suyu içiniz. Varis,halsizlik,ağrılar,kan basınç ,topuk ağrısı, kısaca tüm vücuda enerji sağlar.
Hem doğu tıbbında hem de batı tıbbında ayak, sağlığın kaynağı olarak bilinir. Bugün kabul edilen bir teoriye göre insanın iç organlarının ayak tabanı ile çok yakın ilişkisi vardır. Ayak tabanı iç organlar için reaktörler ihtiva ederler. Doğu tıbbında çok önemli bir rol oynayan ayak tabanındaki basınç noktaları ve reaktörler büyük bir uygunluk gösterirler. Vücudun çeşitli kısımları için basınç noktaları ayak tabanında toplanmıştır. Manyetizmayı bu noktalara yönlendirdiğinizde, bu etkiler kafadan tüm iç organlara kadar manyetik kuvvet çizgileri boyunca tüm vücuda ulaşır.
Manyetizma ve Kan Dolaşımı
Bir başka önemli özellik de ayaklar ile kan dolaşımı arasındaki ilişkidir. Kan, atardamarlardan damarlara doğru ve ince kılcal damarlara besin taşır. İnsan vücudunda yaklaşık 5.1 milyar kılcal damar vardır ve bunun 3.1 milyarı el ve ayaklardadır. “Ayak ikinci kalptir” denmesinin sebebi vücuttaki kılcal damarların çok büyük bir kısmının burada bulunmasındandır.
Vücuttaki organlara bağlı tüm sinirler ayakta sonlanmaktadır. Bu noktalara her baskı yaptığımızda organlarımız harekete geçer ve düzgün çalışır.
Herhangi bir organınızda sorununuz varsa o organınızı gösteren bölgeye masaj ya da basınç uygulamalısınız.
Ayaklara yapılan masajlarla vücudun kendi kendisini iyileştirme gücünün harekete geçirilmesine “refleksoloji” denir. Tarihte Çinliler, Mısırlılar ve Amerika yerlileri tarafından uygulandığı bilinen bir alternatif tedavi metodudur.
Başta ayak olmak üzere el ve kulaklara masaj ve baskı uygulanarak yapılan Refleksoloji, ayak tabanında vücudumuzun tüm organlarına, bölgelerine karşılık gelen refleks noktaların bulunduğuna işaret eder.
Her bir ayak tabanında yer alan pek çok sayıdaki sinir uçlarına yapılan basınç, uygulanan özel masaj hareketleri ve ovma hareketleri ile vücutta bu sinirlerin ilgili olduğu sistem, bölge ve organlarda iyileşme ve bedenin belli alanlarında toplanan enerjiyi dağıtmasını sağlanır. Refleksoloji zihinsel, ruhsal ve fiziksel anlamda bir rahatlama sağladığı gibi doğu felsefesine göre vücuttaki enerji akışını düzenleyen bir terapidir.
Ayak tabanında yer alan bu beden haritası; migren ağrıları, stres, sırt ve bel ağrıları, hazımsızlık, astım, romatizma ve daha birçok hastalığa şifa kaynağı olmaktadır.
Ayakkabı içlik plastik veya keçe bir ayakkabıcıya gidilir şu işlemler yapılır.
-Siyatik kısmına sinir topuk gelecek şekilde işaretlenerek kemer kopçası zımbalanır.
-Beyin kısımlarına 3 parmak işaretlenerek kopçalar zımbalanırlar,
-Böbrek kısımlarına işaretlenerek kopçalanır,
Kopçalar üstü yuvarlak şekilde olması önemli (raptiye) şekli.İster ofiste ,ister evde,ister yürürken rahatlıkla kullanılır Gün de 5 dakikayla artırarak 20 dakikaya çıkasıya kadar arttırın kullana bilirsiniz,Sizleri çok rahatlatacak Yürüyüşten sonra nar suyu,limon suyu ,portakal suyu içiniz. Varis,halsizlik,ağrılar,kan basınç ,topuk ağrısı, kısaca tüm vücuda enerji sağlar.
Hem doğu tıbbında hem de batı tıbbında ayak, sağlığın kaynağı olarak bilinir. Bugün kabul edilen bir teoriye göre insanın iç organlarının ayak tabanı ile çok yakın ilişkisi vardır. Ayak tabanı iç organlar için reaktörler ihtiva ederler. Doğu tıbbında çok önemli bir rol oynayan ayak tabanındaki basınç noktaları ve reaktörler büyük bir uygunluk gösterirler. Vücudun çeşitli kısımları için basınç noktaları ayak tabanında toplanmıştır. Manyetizmayı bu noktalara yönlendirdiğinizde, bu etkiler kafadan tüm iç organlara kadar manyetik kuvvet çizgileri boyunca tüm vücuda ulaşır.
Manyetizma ve Kan Dolaşımı
Bir başka önemli özellik de ayaklar ile kan dolaşımı arasındaki ilişkidir. Kan, atardamarlardan damarlara doğru ve ince kılcal damarlara besin taşır. İnsan vücudunda yaklaşık 5.1 milyar kılcal damar vardır ve bunun 3.1 milyarı el ve ayaklardadır. “Ayak ikinci kalptir” denmesinin sebebi vücuttaki kılcal damarların çok büyük bir kısmının burada bulunmasındandır.
Vücuttaki organlara bağlı tüm sinirler ayakta sonlanmaktadır. Bu noktalara her baskı yaptığımızda organlarımız harekete geçer ve düzgün çalışır.
Herhangi bir organınızda sorununuz varsa o organınızı gösteren bölgeye masaj ya da basınç uygulamalısınız.
Ayaklara yapılan masajlarla vücudun kendi kendisini iyileştirme gücünün harekete geçirilmesine “refleksoloji” denir. Tarihte Çinliler, Mısırlılar ve Amerika yerlileri tarafından uygulandığı bilinen bir alternatif tedavi metodudur.
Başta ayak olmak üzere el ve kulaklara masaj ve baskı uygulanarak yapılan Refleksoloji, ayak tabanında vücudumuzun tüm organlarına, bölgelerine karşılık gelen refleks noktaların bulunduğuna işaret eder.
Her bir ayak tabanında yer alan pek çok sayıdaki sinir uçlarına yapılan basınç, uygulanan özel masaj hareketleri ve ovma hareketleri ile vücutta bu sinirlerin ilgili olduğu sistem, bölge ve organlarda iyileşme ve bedenin belli alanlarında toplanan enerjiyi dağıtmasını sağlanır. Refleksoloji zihinsel, ruhsal ve fiziksel anlamda bir rahatlama sağladığı gibi doğu felsefesine göre vücuttaki enerji akışını düzenleyen bir terapidir.
Ayak tabanında yer alan bu beden haritası; migren ağrıları, stres, sırt ve bel ağrıları, hazımsızlık, astım, romatizma ve daha birçok hastalığa şifa kaynağı olmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)